Yaşadığımız toplumda ağırlık kazanmış bir anlayış var: Mutlak suretle bir üniversite bitirmek. Bu konuda aileler maddî-manevî gayretler sarf ediyorlar. Bazen kendi hayatlarından fedakârlık ediyorlar. Öyle aşırı örnekler var ki evde gencin yalnız kalınca ders çalışmama korkusundan Risâle-i Nur sohbetine katılmama ve evine ders almama gibi. Sınava hazırlık senesinde ise gencin de hayatı sanki duruyor. Ve her şeyden soyutlanmış olarak sadece ders-okul-hazırlık dersanesi arasında bir tempo. Zaten aile de çoğunlukla buna motive ediyor genci. Bir de aileler arasında yarış var. Bu da ayrı bir gerilim meselesi tabii. İlginç olan da Türkiye’de yaşanan bu durum çok daha az dozajda olsa da yurt dışında da yaşanıyor olması.
Bazen bir etiket elde etmekten öteye geçmeyen ve gerçek dünyadan çok uzak bir eğitim için yıllarca çabalıyoruz. Şartlar gereği de yapmak zorundayız belki. Ama bu zorunluluk hayatımızın bütününü kapsamalı mı? En temel değeri mi olmalı?
Yıllardır yaşadığımız bir sorun var; başörtü meselesi. Yaşananlar ne kadar olumsuz olursa olsun kader cihetiyle bakınca her şey O’nun izni ile oluyor. “Bizim hangi halimiz kadere fetva verdirdi ki bu sorun başımıza geldi?” diye aklımıza gelmemesi mümkün değil. Dünyaya baktığımız pencere dünyalıklardan elbette farklı olması gerekirken bizde bazı sapmalar meydana gelmeye mi başladı acaba? Okul-meslek araç iken, birden amaç haline gelme sinyalleri vermeye mi başladı? En önemli vazifemiz dünyaya geliş gayemiz üzerine şekillenmesi gerekirken herkes gibi mi düşünmeye başlamıştık? Eğitim deyince tek yolun üniversite ve okuldan geçtiği inancı bizde de mi hakim olmaya başlamıştı?
Yaşanan sıkıntılar uyanmamıza vesile oldu. Silkinmeye başladık. Elimizden giden nimetler bize tekrar sorgulama fırsatı verdi. Dünyaya geliş gayemizi bize tekrar hatırlattı. Bu minvalde özellikle bir çok genç kız, “Kendimi nasıl yetiştirmeliyim, nasıl eğitmeliyim?” arayışıyla kendilerine yeni kapılar açtılar. Eğitimli olmak için Risâle-i Nur üniversitelerine katılan bir çok genç kız, en büyük ilim olan iman ilmine kendisini adadı. Hak şerleri bir nevi hayreyledi. En büyük üniversite o değil mi? Bizim başkalarından farklı bakmamamız gerekiyor olaylara. Çevremize karşı hiçbir kompleks taşımadan, gururla talebe olduğumuzu ve üniversitemizin adının da Risâle-i Nur olduğunu söyleyebilmeliyiz.
Bunun çok güzel örnekleri var Anadolu’nun bir çok yerinde. Bu hakikatleri yaşayan yüzlerce genç hanım. Bunlar herkesten farklı olmayı göze alan gençler. Bunlardan bir tanesi de yurt dışında doğup büyüyen bir kardeşimiz. Üniversitesini başörtüsü ile kısa süre önce bitirmiş, ama mesleğine atılmadan önce kendisine daha yüksek hedefler belirlemiş birisi. İkinci bir üniversiteye kaydını yaptırdı. Ailesinden, evinden binlerce kilometre hasret kalmayı göze alarak. Dediğimiz gibi bunun gibi çok güzel örnekler var. Bu tercihlerine saygı duyan ve onları destekleyen ailelerini de hiç unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Onlar, zamanın anlayış ve şartlarına teslim olmayan fedakâr insanlar. Bu dâvâya gönül vermişlerden, dünyanın en uzak köşelerinden kızlarına seslenen bir babanın şiiri ile son verelim yazımıza.
Kur’ân’a hizmet olsun en birinci dâvâmız
Risâle-i Nur kılavuzsa, biz bu yolda kalmayız.
Ahireti ihmal etme ‘dünya hesabına,’
Zaten hakiki kul olanın o gelir ayağına.
Demem o ki kızlarım, ahireti unutmayın,
Baki elmaslarınızı fani mala satmayın.
Zillete düşmeyin, boyun eğmeyin namerde
Edep ve iffetinizle çalışın her yerde...
Müslümanız, yaşayarak anlatırız İslâmı,
Risâle-i Nur kuvvetlendirir imanı,
Beş vakit eda edenin ibadettir her anı,
Hem vazifendir Oku! Ve tanı Esmayı. (Mustafa Okur)
17.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|