Tam yüz yıldır hürriyet ve demokrasi yolunda düşe kalka giden Türkiye'nin geldiği nokta, cidden üzücü ve son derece düşündürücüdür.
İktidar partisi hakkında açılmış olan kapatma dâvâsının, halihazır görev başındaki Başbakan'ı, hatta Cumhurbaşkanı'nı dahi içine alacak kadar geniş, kapsamlı ve dirençli olması açıkça gösteriyor ki, Türkiye, bir asır evvel yönelmiş olduğu hukuk, hürriyet ve demokrasi yolunda hâlâ ciddî bir handikapla karşı karşıyadır.
* * *
İktidar partisiyle olan münasebetimizin düzeyi ne olursa olsun, bizim yeni başlayan bu süreç içindeki tavrımız ve duruşumuz hiçbir şüphe ve tereddüde mahal bırakmayacak kadar açık ve nettir:
Biz, kat'î sûrette hürriyet ve demokrasiden yanayız; aynı şekilde, bu değerlere yönelecek her türlü oligarşik, militer ve totaliter müdahalenin karşısındayız.
Ayrıca, hangi siyasî görüş ve düşüncede olursa olsun, herkesi de böylesi bir vakur ve izzetli duruşu sergilemeye dâvet ediyoruz.
Burada şunu da hatırlatalım ki, bugün iktidar partisinin hata ve yanlışlar listesini sıralamanın zamanı değil. Zaman, bugün için demokrasiye sahip çıkma ve önündeki engelleri kaldırmaya gayret etme zamanıdır.
Evet, hürriyet, hukuk ve demokrasinin kıymetini bilmeli ve bunlara hakkıyla sahip çıkmalıyız ki, zarar görmesin, zayi olmasın, elimizden gitmesin...
* * *
Bugün yaşananlara baktığımızda, esasen yüz yıldır süregelen "iktidar–muktedir" eksenli bir çekişmenin derin izlerini görmekteyiz.
Millî iradeye dayanarak iktidar olma mücadelesini verenlerin karşısına "devlete dayanan" birimler, unsurlar çıkıyor ve şunu demeye getiriyor: "Sen iktidar olabilirsin. Ama, muktedir olan benim ve daima ben olmalıyım. Aksi halde iyi olmaz; bozuşuruz, ona göre..."
Evet, mâalesef olan–bitenin özü budur ve özeti bundan ibarettir.
* * *
Hâ, bu arada iki büyük fobimiz de var bizim: İrtica ve bölücülük fobisi..
Üstelik, yeni değil; bunların da yaklaşık yüz yıllık bir mâzisi var.
Mürettep 31 Mart Vak'asıyla (1909) başlayan, Şeyh Said Hadisesi (1925) ve Menemen (1930) kumpasıyla devam eden bu vak'alardan, ne yazık ki "irtica ve bölücülük fobisi"nden başka sadra şifâ hiçbir ders–i ibret çıkaramamış dar ufuklu, hatta ardniyetli kişi ve zümreler var, bu ülkede.
Nitekim, bakın haklarında kapatma dâvâsı açılan siyasî partiler hakkındaki isnatlarda öne çıkan argümanlar da aynı cinsten: İrtica ve bölücülük.
Oysa, gerek itikadî değerlerimiz ve gerekse bunca zaman yaşanan hadiseler bize açıkça göstermektedir ki, bu ülkede ne irtica hortlar, ne de bölünme olur.
Bunlar, tümüyle hayalîdir, farazîdir, komik ve de kronik birer fobiden ibarettir.
Hatta, dünyanın en dessas kuvvet ve cereyanları dahi toplanarak işbirliği yapsa, yine de et ve tırnak gibi, yahut farklı çeşmelerden müteşekkil ırmak suyu gibi birleşmiş, kaynaşmış olan bu milletin fertlerini birbirinden ayıramaz, birbirine düşüremez.
Ama, siz bu açık gerçekleri gelin de tabuların, totemlerin, fobilerin adeta esiri haline gelmiş olan kimselere anlatın.
Kolay değil elbet; ama, bizim vazifemiz yine de sabır, sebat, azim ve dirayet ile anlatmak, anlatmaya devam etmektir.
Tarihin Yorumu 17 Mart 1944
Varlık Vergisi kasırgası (1)
Tek parti döneminin hak–hukuk tanımaz icraatlarından biri olan "Varlık Vergisi"nin tasfiye edilmesi hakkında kànun, nihayet yürürlüğe girdi.
Böylelikle, dış dünyanın da şiddetle ayıplamış olduğu vahşiyane bir külfetten, bu ülkenin Müslim–gayr-ı müslim vatandaşları kurtulmuş oldu.
* * *
Varlık Vergisi meselesi, ilk kez Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun 5 Ağustos 1942'de Meclis'te okumuş olduğu hükümet programında gündeme geldi.
Yeni Başbakan Saracoğlu, "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (...) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir" diyerek yeni hükümetin ırkçı ve ideolojik ağırlıklı sosyal politikasını açıkladı.
Saracoğlu'nun, konuşmasında "yabancılar, karaborsacılar" diyerek ağır ithamlarla hedef tahtasına koyduğu kimseler hakkında bir süre sonra Millî Şef İsmet Paşa da konuştu ve bu kesimi "soysuzlar" tâbirini kullanarak niteledi.
(Bkz: 29 Ekim 1942, Ankara Hipodromu'ndaki konuşma)
Aynı dönemde yaşanan önemli bir başka gelişme de şudur: Eylül 1942'de İstanbul Defterdarlığı görevine atanan Faik Ökte'nin naklettiğine göre, Maliye Bakanlığı, yüksek kazanç elde ettiği iddia edilen kimseler hakkında çizelge tutulması ve bu çizelgede Müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep ediyor. (Bkz: Faik Ökte, ''Varlık Vergisi Fâciası,'' Nebioğlu Y. İstanbul 1951.)
4305 sayılı Varlık Vergisi Kànunu, Meclis'te 11 Kasım 1942’de görüşülerek firesiz şekilde kabul edildi.
(Devamı var)
17.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|