Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesine sunulan iddianamede, kendisini yasamaya muadil ve hatta onun üstünde gören bir yüksek yargı anlayışının izlerini görmek mümkün.
İddianamede; suç ile kabahat, suç ile siyasî hata ayırımı yapılmaksızın hemen hemen her söz laikliğe aykırı kabul edilerek yer almış.
İddianame bir bütün olarak değerlendirildiğinde; AKP’nin kurulduğu gün kapatılması gerektiği yönünde bir kanaatin oluştuğu ve iddianamenin yazılmaya başlandığı hissine kapılmamak mümkün değil.
Maalesef, ülkemizde kanunların, özellikle de kritik kanunların nasıl uygulanacağı, onlarla muhatap olacakların kim olduğuna bağlı olduğu yönünde genel bir kanaat oluşmuştur.
Hukukun ne olacağı ve nasıl uygulanacağı kişilerin dünya görüşüne, meslekî statüsüne, ideolojik konumuna ve başka faktörlere bağlı olarak değişebilmektedir. Yargının görevi toplum adına ve toplumun anladığı şekilde adalet dağıtmaktır. İddianame toplumun adalet anlayışını ve hukuka olan inancını derinden sarsmıştır.
Ülkemizde yüksek yargı organlarının sorunları çözmek, adalet ilkesini gözeterek sosyal barışa katkıda bulunmak yerine, sorunları derinleştirmek gibi bir fonksiyon icra ettikleri sır değil.
Yakın bir zamanda verdiği 367 kararı ile ciddi bir prestij kaybına uğrayan Anayasa Mahkemesi’nin, AKP'nin kapatılması talebine ilişkin dâvâda vereceği kararla, yargının bir devlet fonksiyonu olmadığını, adalet mekanizmasının devletin bir aracı, aleti, hizmetkârı olmadığını göstermesini umuyoruz.
Anayasa Mahkemesinin böyle bir sonuca varması yüce mahkemenin demokratik bir laiklik anlayışı ile iddianamede yer alan suçlamaları değerlendirmesini zaruri kılmaktadır.
Bütün din, mezhep ve felsefî inanç ve düşünceler karşısında eşit mesafede duran, vatandaşların inanç veya inançsızlıkları karşısında pozitif veya negatif bir tutum takınmayan bir anlayış, sorunun çözümünde ilk adım teşkil edebilir.
Dinin vatandaşların vicdanlarında hapsedilebilecek bir değer olmadığının, dinin emir ve yasaklarının toplum hayatının her alanında görünür olmasının olağan olduğunun kabulü kaçınılmazdır.
Türkiye’nin bir parçası olmaya çalıştığı Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanmakta olan laiklik anlayışı dışında, kendine özgü bir laiklik anlayışı ile sorunların üstesinden gelemiyecektir.
20.03.2008
E-Posta:
|