Hayâlî ‘irtica dosyası’nı kabartmak isteyenler, olur olmaz iddialarla gündemi meşgul etmeye çalışıyor. Geçmişte, asılsız iddialar karşısında “Bu kadarı da fazla” diye tepki gösterenler, artık bu haberleri ‘normal’ karşılar hale geldi.
İçinde “din, iman, ezan, cami, Kur’ân” gibi kavramların geçtiği her konuşma, her iş, hayalî ‘irtica dosyası’na ilâve ediliyor. Bir zaman sonra da bu dosyalar tozlu raflardan indirilip, gündeme ‘bomba’ niyetiyle atılıyor.
Son günlerde buna benzer haberler yeniden revaç buldu. Gazetelere verilen bir ‘kiralık/satılık ev ilânı’ bile, ‘gelen/gelmekte olan irtica’ya delil sayılıyor! Neymiş, bazıları evini kira verirken ilân metninde; “Camiye yakın ev, cephesi camiye bakan ev, Kur’ân kursu yakınında satılık ev’ gibi ifadelere yer veriyormuş. “Eee? Ne olmuş” mu dediniz? Elbette bu ilânlar ‘irticanın gelmekte olduğuna’ en büyük delil oluyormuş!
İnsanda insaf ve iz’an olmadıktan sonra, her şeyde bir bahane arar. Eskiden buna; ‘Öküz altında buzağı aramak’ deniliyormuş, ama son günlerde şahit olduğumuz insafsız yaklaşım o tesbiti bile aratır oldu. Çünkü ‘öküz’ ile ‘inek’ arasında nisbeten de olsa bir benzerlik var ve hiç değilse ‘deli’ler öküz altında buzağı aramaları sebebiyle ‘mazur’ görülebilirler.
Peki, evini kiraya vermek isteyen her hangi bir vatandaş, tarif için ya da başka bir niyet ile; “Camiye yakın ev, okula yakın ev, Kur’ân kursuna yakın ev” demekle kendisinin ‘mürteci’ olduğunu mu ifade etmiş oluyor? Hadiseleri bu kadar ters yorumlamak olsa olsa insafsızların işi olabilir!
Araştırıp bakılsa, muhtemelen bazı evler de “Gazinoya yakın, parka bakan, kilisinin yanında, denize nazır, cezaevi çaprazında, kahvenin üstünde” gibi ifadelerle tarif edilmek suretiyle kiraya verilmek istenmiş olabilir. Şimdi o evlerin sahiplerini de ilânlardaki tariflere göre mi tasnif edeceksiniz?
Aslında yakın tarihimize baktığımızda böyle hadiselere rastlamak mümkündür. Kişinin ismine göre, şekline göre, kılık kıyafetine göre ‘değer’ verildiği çok görülmüştür. Ancak; hak, hukuk ve adaletli olmak bunu gerektirmiyor. Hele hele Türkiye’yi idare edenlerin; kişilerin ‘niyetleri’ni okuduklarını iddiâ ederek ona göre davranmaları mümkün değildir. Değildir, ama maalesef zaman zaman böyle yapıldığı da gerçektir.
Kişiler, ‘iş’ ve kabiliyetlerine göre değil de ‘dış görüntü’leri ya da ‘niyet okumaları’ ile değerlendirilmeye başlandığında işin içinden çıkılması mümkün değil. Nitekim, Türkiye’nin önünü tıkayan, ufkunu karartan ve yürürlükteki hiç bir kanuna dayanmayan ‘başörtüsü yasağı’ da böyle bir yasaktır. Kişiler ‘iş’lerine göre değil de ‘dış görüntüleri’ne göre değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Yine binlerce kişi mezun oldukları okullara göre tasnif edilmiş ve yaptıkları işlerde çok başarılı olsalar bile, en başta ‘başarısız’ ilân edilmişlerdir. Bu yaklaşımları ‘insaf’ ile izah etmek mümkün müdür?
“İnsaf” en başta Türkiye’yi idare edenlere lâzım. İnsaf ve iz’an ile hareket edilmedikten sonra ‘ortak nokta’da buluşmak ve sıkıntıları aşmak zor görünüyor. “Maşerî vicdan”a güvenilsin ve havadan ‘nem’ kapıp, olur olmaz yerlerde ‘buzağı’ aramaktan vazgeçilsin...
20.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|