Asrın kronik vak’ası olan modernizm, insanın fıtratına yerleştirilen yardımlaşma hissini ‘hayat mücadelesine’ ve ‘hayat kavgasına’ dönüştürdüğünden beri ne acı ki biz anneler de kavgacı olduk çıktık…
Durağan kalmadan, hayata katkı sağlamayı yanlış anlayıp hayata kavga ve mücadele içinde katılmaya çalıştık.
“Bir işi bitirdiğinde bir başkasına giriş” İlâhî uyarısını yanlış anlayıp kavga ve çekişmeye giriştik, zaman zaman haddi aştık… Varlıkların hayat mücadelesinde ‘Güçlü olan kazanır’ yanlış inanışıyla tehlikeli güçler elde etmeye çalıştık…
Orman kanunlarında bile aslan aç iken parçalar. Doyduğunda ise yanına kadar gelen en taze ceylana bile el sürmez… Bunun gibi varlıklar arasında kurulan bu ekolojik denge yanlış anlaşılıp abartıldığında soy sop üstünlüğü, ırk üstünlüğü, cinsiyet üstünlüğü ortaya çıktı…
Ve ‘hayat kavgası’ başladı…
Zihinlerde ‘Güçlüyüm, ezerim’ bilinci oluştu…
Bu hastalıklı bilincin aileye bulaşması da çok zor olmadı. Feministler, güçlü olan ayakta kalabiliyorsa kadın güçlü olmalıdır dediler… Kadının kendini ezdirmemesi ve erkek üzerinde hakimiyet kurması anlayışı ile evliliklerini savaş meydanı, kendilerini de amazon ilân ettiler.
Yazık oldu kadına, çok yazık oldu…
Bizim hanımefendi, masum, güneş görmemiş süs bitkilerimiz , hanımellerimiz, güllerimiz, yaseminlerimiz, lalelerimiz, gelinciklerimiz kızgın çölde güneşin bile kavuramadığı deve dikeni bitkisine dönüştüler.
Cehennem ahalisinin zehirli gıdası olan, tadına bakıldığında zehrinden iç organları parçalayan zakkum çiçeğine dönüştüler azar azar… Cennet ağacı ve Tûbâ dalları olmakdan uzaklaştılar böylece.
Modernitenin sunduğu bu hastalıklı hayat sonucunda boşanmalar arttı. Gayri meşru ilişkiler revaç buldu… Böylece kadının yaratılışında var olan ‘annelik duygusu’ zarar gördü…
Çare, yeniden fıtrata dönmek ve şaşmaz pusulamız olan sünnet-i seniyye ile aile yuvalarımızı Cennetten bir köşe yapmak...
19.03.2008
E-Posta:
|