Esenboğa’dan havalandıktan birkaç dakika sonra Ankara çoktan geride kalmıştı.
Dâvet üzerine İzmir’e gidiyorduk. Bir saatlik uçuştan sonra Adnan Menderes Havaalanına indik. Kadim dostumuz Adnan Beyle buluşarak hizmet merkezimize ulaştık. Öğle namazını müteâkip akşama kadar gönül dostlarımızın iş yerlerini ziyaret ettik. Değişik zamanlarda giderek tanıştığımız dâvâ arkadaşlarımızla iki sene sonra tekrar buluşup hasret gidermek, fânî dünyanın bâkî sevinçleriydi.
Yatsı namazından sonra yeni hizmet merkezindeyiz. Doksan metre karelik geniş salon tamamen dolmuş, yeni gelenler arka odalara gitmek zorunda kalmıştı. Çevre il ve ilçelerden de gelenler vardı. Yapılan ders, Bediüzzaman’ın mâzi tarafından istikbâl nesillerine ve yöneticilerine mesajlarını ihtivâ ediyordu. O, yaşadığı zamanın insanlarından ziyade, elli sene sonra gelecek nesillerin imanını kurtarmaya çalışıyordu. Hiçbir gerçeğe dayanmayan bahanelerle onu ezmeye uğraşan etkili ve yetkili kişiler, elli sene sonra dünyada olmayacak ve kabirde toprak olmaya yüz tutacaktı. Elbette, kabirde toprak olmuş olanları bu selâmet ve saâdet hizmeti alâkadar etmemek gerekti. Bediüzzaman ve Nur Talebeleri, Nur Risâleleri ile sırf rızâ-yı İlâhî için kendilerinin ve vatandaşlarının âhiretlerini kurtarmaya çalışıyor, kabrin tek başına hapsinden ve cehennemin ebedî idamından korumaya gayret ediyorlardı. Bu memleketi de, maddî ve mânevî anarşiden ve ahlâksızlıktan muhafaza etmeye, dolaylı yoldan hizmetleri vardı. Devletin gücünü elinde bulunduranlar, değil onları ezmek, bilâkis bu mânevî hizmetlere yardımcı olması gerekirdi. Bunu yapmasalar da, hiç olmazsa engel olmamalıydılar. Bu iman hizmeti her şeyin üstündeydi. Dünyanın en büyük meseleleri fânî olduğundan, bu hizmet ise bekaya baktığından onun en küçük meselesine mukabil gelemezdi. Sohbet bu minvâl üzere sürüp gitti.
Çay arasından sonra, Şükrü Bulut kardeşin lâhikalardan okuduğu mektup, Ortadoğu coğrafyasındaki barışın ve dünya sulhunun temel taşlarını izah ediyordu. Medresetü’z Zehra projesi hâlâ güncelliğini koruyordu. Din ilimleri ile fen ilimlerini birlikte okutmaktan başka çâre yoktu. Verimli bir ders olmuştu.
Sohbete katılanların çoğu gittikten sonra, geride kalanlarla biraz daha sohbet ettik. Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebini bilen ve hangi gerekçeyle olursa olsun orijinal kimliğinden tâviz vermemeyi kendine misyon edinmiş dâvâ adamları istisnasız dimdik ayaktaydı. Biz, ne bâdirelerden geçmiş ve ne fırtınalar görmüştük. Okyanusları geçmeyi başaranlar, küçük derelerde boğulmazdı. Meselelerimizi meşveret zeminlerinde çözmek en önemli düsturumuzdu. Sorulu-cevaplı devam eden son bölüm bir hayli sürmüştü. Hüsn-ü niyet ve hüsn-ü nazar her şeyi kolaylaştırıyordu. Üstadın, “maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî hiçbir şey beklemeden, sırf rıza-yı İlâhî için hizmet etmek” mesleği bundan böyle de rehberimiz olmaya devam edecekti.
Pazar günü saat 11:00’de başlayan, “Meşrutiyetten Cumhuriyete Demokrasi Serüveni” seminerimiz bir buçuk saat sürdü. Namaz ve ikram faslından sonraki soru-cevap bölümü bittiğinde saat 15:30’u gösteriyordu. Yüz civarındaki demokrat karakterli katılımcı, soruları ve katkılarıyla seminere renk katmışlardı.
Sür'atle vedalaşarak oradan ayrıldık. Çünkü, uçağımızın kalkmasına çok az zaman kalmıştı. Diğer illere göre maddî baharın erken geldiği Ege illerinde, hizmetin mânevî baharı da hükmediyordu. Hiçbir şey onların hizmet şevkine engel olamıyordu. Ege bölgesinin bu bahadır dâvâ adamlarına buradan selâm olsun...
19.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|