Bir idare sanatı olan siyaset, ülkeler ve milletler için hem çok faydalı, hem de çok zararlı fonksiyonlar icra edebiliyor.
İkinci Dünya Savaşı öncesi, büyük faydalar sağlayacağına inanıldığı için, Hitler ve Mussolini’nin partilerine büyük teveccühler oldu. Bu iki diktatörün partisi, normal seçimler sonucu İtalya ve Almanya’da iktidara geldi.
Savaştan sonra ise, durum tam tersi yönde değişmeye başladı. İtalyan halkı, beş sene evvel iktidara taşıdığı Mussolini’yi bu kez tutup linç etti. Aynı akıbete uğrayacağını düşünen Hitler ise, dehşete kapılarak çıldırdı ve sonunda intihar etti.
Çoğu insanın uğrunda hayatını ve herşeyini feda ettiği siyaset, işte böyledir. Bir bakarsın başlar üstünde, bir bakarsın yerlerde sürünüyorsun.
Bilhassa günümüz siyasetinin bir başka hususiyeti, tesir sahasına giren hemen her şeyi öğütüp un ufak eden bir değirmene benzemesidir. Menfaat üzere dönen, yalana revaç veren ve zaman zaman canavarlaşan günümüz siyaseti, bir bakıyorsun en değerli insanları öğütüp tüketirken, bazan en mukaddes değerlere de büyük hasar verebiliyor.
Siyaset bazılarına büyük paralar, büyük mevkiler de kazandırabiliyor. Fakat, bunun hiçbir garantisi yok. Bir de bakmışsın ki, durum tersine dönmüş ve elde ne makam-mevki kalmış, ne de para-pul.
Siyaset çarkı, işte böylesine acımasız, merhametsiz bir şekilde de dönebiliyor. Şahıslara gelen zarar-ziyanın ıztırabı, duruma göre yıllarca hissetmek mümkün. Fakat, dine ve mukaddesata gelen zararın sıkıntısı çok daha büyük ve çok daha dehşetlidir. Çünkü, hem geniş daireye ve uzun bir zamana tesiri var bu zararın, hem de sayısız insanı etkileme durumu söz konusu.
O halde siyasete atılan veya siyaset sanatını icra eden bir kimsenin, bütün bu sürprizlere ve değişkenliklere önceden kendini hazırlamış olması gerekir. Ancak, bu da yetmez. Zira, başına gelecek bir sıkıntı, sadece onun hayatı ve icraatı ile sınırlı kalmaz. Millete ve ülkeye de sirayet eder. Bundan dolayı da, son derece dikkat, ihtiyat ve teyakkuz içinde hareket etmesi icap ediyor.
Dolayısıyla, bir siyasetçinin milletin hukukunu ilgilendiren bir meselede, kendi hatası veya tedbirsizliği sebebiyle tökezlemesi veya bozguna uğraması halinde, ortaya çıkıp mazeret üretmesinin hiçbir kıymeti yoktur. Mesela, böylesi bir durumda şu tarz bir mazeretle milletin huzuruna çıkılmamalı: “Ey halkım. Bakın, ben elimden geleni yaptım. Fakat, gördüğünüz gibi bu işi başaramadım. Bırakmadılar, arabanın tekerine taş koydular ve bizim çok tutarlı politikalarımızı sekteye uğrattılar. Vesaire...”
Kaderin hissesi ve hikmeti başka... Buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak, kendini haklı ve üstün bir davaya adadığına inanan bir kimsenin, şu değişmez hayat prensibine göre hareket edip etmediğini de, her zaman düşünmesi ve muhasebe etmesi gerekir: Maksada vasıl oluş, usule riayet edişledir.
Evet, usule riayet etmeyenin, maksada vasıl olduğunu tarih-i beşer kaydetmiyor. İşte, siyaset değirmeninde öğütülüp telef olanların ekseriyetini de, daha çok usul hatası yapanlar teşkil ediyor.
Tarihin yorumu
NATO gücü Kosovalıların yanında
Sırplar, Müslüman Boşnaklara karşı yapmış olduğu dehşetli katliâmların acısı bütün sıcaklığıyla ortada dururken, bu kez Müslüman Kosovalılara yönelik şiddetli bir katliâm harekâtına başlattı.
Saldırıların ikazlara rağmen devam etmesi üzerine, ABD Başkanı Bill Clinton’un öncülük etmesiyle harekete geçen NATO gücü, Sırpların silah ve mühimmat üslerine karşı 24 Mart 1999 günü şiddetli bir hava harekâtı başlattı.
Bu şiddetli çıkışla derhal anlaşıldı ki, azgınlaşmış Sırplar ancak bu lisandan anlayabiliyormuş. Nitekim, Bosna Hersek’teki durum da böyle olmuştu. Sırplar, ne zamanki kendilerinden üstün bir kuvvetle karşılaştılar, hemen yelkenleri indirip geri çekilmeye koyuldular. Ne var ki, yine de Sırplar sinmiş değil. İlk fırsatta aynı tür saldırılarda bulunacaklarına muhakkak nazarıyla bakılıyor.
Mesela, halen iki milyon iki yüz bin kadar nüfusu bulunan Kosova halkı, Sırpları saldırı tehdidi altında bulunuyor. Bir ay kadar evvel bağımsızlığa adım atmalarıyla birlikte, Sırpların tahriklere başladılar ve yeniden saldırmak için fırsat aramaya koyuldular.
Bereket ki, Kosova halkı halen de NATO askerî gücünün koruması altında bulunuyor. Aksi halde, Balkanlarda yeni bir katliâm harekâtının yaşanması kaçınılmaz olacaktı. Ancak, bu koruma desteğine rağmen, yine de Sırpların bir yolunu bulup coğrafyayı kana bulamasından endişe ediliyor.
24.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|