Fert, aile, toplum ve İslâm âleminin en önemli meselesi, insan hak ve hürriyetlerinin, demokrasinin, şeffaflığın tam anlamıyla yerleşememesidir. Yarım-yamalak demokrasimizde seçim var; adalet, hukuk, kanun hâkimiyeti yok. (Osmanlı'da seçim yok, adalet, meşveret, hukuk var!) Anayasa, antidemokratik maddelerle dolu; kanunların birçoğu çarpık ve demode; toplumun yapısına uymuyor. Bunun temel sebeplerinden birkaçı şöyle sıralanabilir:
- Tevekkül ve kanaati yanlış anladığımız gibi, hürriyeti de başıboşluk, istediği gibi hareket etme ve sınırsız sanmamızdır.
- Entelektüelimiz, hatta mütedeyyin bazı ilim ehli bile, hürriyetin, imanın özelliği olduğundan bîhaber yaşıyor.
- Bir kesimimiz—büyük çapta törpülenmekle beraber—demokrasiye hâlâ küfür rejimi olarak bakıyor. Şimdi bir devlet büyüğümüz ile 1980’lerde tartışırken, “Biz şeriatı getireceğiz, İlahiyatçı olarak ne işin var demokratların peşinde, demokrasi küfürdür!” demişti… Keza, 2000’li yılların başında bile muhterem bir fikir adamı ve gazeteci, Pakistanlı Prof. Hurşid Ahmed “İslâmî demokrasi olabilir, gelin bunu tartışalım!” diyordu.
Oysa Bediüzzaman 100 sene önce, meşrutiyetin, hürriyetin, demokrasinin, İslâmın, imanın özelliği olduğunu meydanlarda ilân etmiş, kitaplarına yazmıştı. “İslâmcılık” hareketinden bir kısmının demokrasiyi “küfür” rejimi olarak isimlendirmesinin sebeplerinden birisi, şu toptancı yaklaşımdır: “Mâdem Hıristiyanlık muharreftir, bozulmuştur, hurafelerle dolmuştur ve mâdem Batı, sefihtir, ahlâksızdır, doğuya düşmandır. Öyle ise ondan gelen her şey zararlıdır. Demokrasi de, Batı menşe’lidir. O halde, o da İslâmiyete zıttır.”
İşin doğrusu, insan hak ve hürriyetlerinin bânîsi Kur’ân ve Sünnettir. Bazı çevreler; hak ve hürriyetlerin bânisi İslâmiyeti—Kur’ân ve Sünnet baştan ayağa insan hak ve hürriyetleri, demokrasi, şeffaflık iken—diktatörlüğe müsâit zannediyor!
- Ve en nihayet, Batılı bazı çevreler, “İslâmiyet demokrasi ile bağdaşır mı?” endişesi içinde. “İslâmiyet demokrasi ile değil, demokrasi İslâmiyetle ne kadar bağdaşır?” diye sormak lâzım. İngiliz filozof Bernard Shaw’ın dediği gibi; “Demokrasimizin bir adım ötesi İslâmiyettir.”
Bu çarpık anlayıştır ki, darbelere ve şeklî çözümlere yöneltiyor. Bunun sonucu olarak da, anayasa ve kanunlar, milletin, tarihî, millî, sosyal, kültürel yapısına uygun yapılmamaktadır.
Bunun en çarpık örneklerinden birisi, 1980 ihtilâlinin mahsûlü ve 28 Şubat 1997 postmodern darbesinin ömrünü uzatmaya çalıştığı 1982 anayasasıdır. Bundan şikâyetçi olmayan bir avuç elit kalmıştır. Milletin kahir ekseriyeti, yasaksız, hak ve hürriyetleri barındıran, ferdi önplana alan bir anayasa istiyor. Ne var ki, resmî ideolojiden beslenen jakoben bir kesim; buna diretiyor!
II. Meşrutiyet’i büyük bir memnuniyetle karşılayan Bediüzzaman, lehinde pekçok nutuklar, konferanslar vermiş, makaleler yazmış. Hatta, ilân edildiğinden iki sene sonra (1910’larda) Doğu Anadolu’yu gezerek özelliklerini ve güzelliklerini anlatmış. Bu arada, kendisine şu soru tevcih edilmiş: “Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
“Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.
“Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar.”1 Bu tesbitler bize şunu göstermiyor mu?”
İnsan hak ve hürriyetleri, meşrûtiyet/demokrasi için “tembel kalıp yolunu yapmadığımıza, tembellik edip çalışmadığımıza”; diktatör ve darbecileri destekleyip (çoğunlukla) alkışladığımıza göre; acaba demokrasinin “tamamen cemâlini”, Miladî olarak yüz sene sonra, yani 2011’lerin ardından mı göreceğiz?
Dipnot: 1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, s. 29.
22.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|