Ogün Şanlıurfa semalarından yağmur ve kar yerine çamur yağıyordu.
Kafile halindeki çeşitli kuşlar, Urfa’nın semalarında tedirgin bir halde uçuşuyorlardı.
İşte o gün, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri seksen küsûr yaşında hayata veda etmişti.
Yaşadığı çalkantılı hayat gibi, vefatı da çalkantılı olmuştu.
Devlet, onun ölümünde bile tedirgin ve yasakçı idi. O ise, hayatını bu milletin imanı için fedâ etmişti.
“Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esâret zindanlarında, yâhut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı” diyordu.
Böyle bir hayat yaşadı Bediüzzaman.
Eza, cefa ve tarassutlar devam ederken, kendisinin ülke dışına çıkarılması teklifinde bulunan sevdiklerine verdiği cevap oldukça enteresandı:
“Biz îmânı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı; çünkü, en ziyâde burada ihtiyaç var. Binler rûhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmânına ve saadetine hizmet için burada kalmaya—Kur’ân’dan aldığım dersle—karar verdim ve vermişiz” diyordu.
Her müceddid, böylesi musibet ve sıkıntılara muhatap olmuştur. Kaderin garip bir cilvesidir bu.
“Bizler kışta geldik, sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır” derken de, imandan gelen basiret ve ferasetiyle istikbali müşahede ediyordu.
O, baharın kıpırtılarının başladığı bir mevsimde ve günde dünya hayatına veda etti. Ama hayata vedâ etmesi, yeni hayatlarda yeni baharların yeşermesine vesile oldu.
Kendisini kasaba kasaba dolaştıranlara, kendisine hakaret edenlere, zindanlarda yer hazırlayanlara bile hakkını helâl ediyordu. “Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar” diyordu.
İşte o çetin günlerde verilen mücadelelerden, toprağa girip yeryüzünde yeşillenen bitkiler misâli, şimdi ülkemizin ve dünya ülkelerinin çarşılarında, pazarlarında, üniversitelerinde eserleri daima okunan, kırkın üzerinde çeşitli dillere kitapları tercüme edilen bir büyük insan olarak, gittikçe tanınan ve mesajları ile gönüllerde taht kuran bir mütefekkir olarak anıldığı günlere gelindi.
Said Nursî, bu ülkenin maddî ve mânevî malumatlarını bize hatırlattı.
Yirminci asrın fikir karanlıklarına karşı mânevî aydınlıkları yakmış oldu.
Herkesin ümidini kestiği zamanlarda “Ümitvâr olunuz” müjdesini verdi.
Cennete gitme özgürlüğünün engellendiği günlerde, imanın verdiği cesaret ve ümit ile ehl-i imana öncü oldu.
Tahrip yolunu değil, ıslâh ve tamir yolunu gösterdi. Ruhu şâd olsun.
24.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|