Türkiye’nin dört bir yanında ve yurtdışında çağımızın Kur’ân müfessiri Bediüzzaman Said Nursî’nin, bu ülkenin, İslâm âleminin ve dünyanın karşı karşıya bulunduğu problemlere çâreleri konuşulurken, Ankara’nın hâlâ bigâne kalması gerçekten dramatik…
Vefatının 48. yılı münâsebetiyle Ankara’dan başlanarak Anadolu’nun muhtelif merkezlerinde Bediüzzaman’ın geçen asrın başlarından itibaren izâh ettiği tefsirlerindeki demokrasi, hürriyet ve insan haklarını Kur’ân nâmına alkışlayan temel tesbitleri, binlerce dâvetlinin katıldığı programlarda dile getirilmekte. Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın çıkmaza sürüklendiği hususlarda belirlediği Kur’ânî çözümleri sunulmakta…
Ne var ki, “kapatma dâvâsı”yla “Ergenekon iddiası” arasında sıkışan siyaset, bir türlü ülkenin tıkandığı konularda Bediüzzaman’ın önerdiği açılımlara açılamamakta; Meclis’tekiler üzerlerine bir vecîbe olan gerçekleri ifâdeden hâlâ kaçınmaktalar…
Oysa Bediüzzaman, salt cumhuriyet, hürriyet, demokrasi, insan hak ve özgürlüklerin esasını Kur’ân ve Sünnetten alan, Kur’ân’daki “şûrâ”, “meşveret” ve meşrutiyetin anlamını açıklayan târiflerle kalmamış; bunların pratiklerini de göstermiştir.
Bundandır ki, son iki haftadır “Nevruz” bahanesiyle Güneydoğu’dan Mersin ve İstanbul’a uzanan geniş bir alanda sergilenen “etnik tahrikler”in arkasındaki “karanlık eller”in ve emellerin deşifresini ve bunun çâresini Bediüzzaman’ın tefsir ve tesbitlerinde bulmaktayız…
* * *
Fitne plânı, Müslüman komşu milletlerin yeni yüzyılda çeşitli ırkî ve mezhebî ayırımlar üzerine birbirleriyle uğraşmaları, kavga ve kargaşa üretmeleri üzerine kurulmuş...
Türkleri Araplara, Arapları Türklere, küçük-büyük bütün Müslüman unsurları birbirine “düşman” eden Lawrenceler’in sistemli kışkırtmalarıyla sürmüş; binbir çeşit kışkırtma yapılmış… En son sekiz yıl süren İran - Irak savaşı söz konusu bu plânın bir parçası. Buna Körfez ülkelerinden, İran ve Azerbaycan’dan Orta Asya, Afganistan, Pakistan’ı hedefleyen ve Önasya’yı da içine alan İslâm coğrafyasında “Şîi- Sünnî çatışması” senaryosu eklenmekte…
Uzun zamandır Türkiye ve bölgedeki Müslüman komşu ülkelere karşı kullanılan terör örgütünün “kullanma miâdı” kısmen dolduğundan, Bediüzzaman’ın tâbiriyle “zındıka tarafından kullanılıp—işi bittikten—sonra kırıp atılan her âlet” gibi bir kenara atılıyor. 28 Şubat sürecinde toplumu “irtica tehdidi” uydurmasıyla toplumu ayrıştırıp kutuplaştırma senaryosuna âlet olan aktörler, ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgaliyle son demde “etnik ayırımcılık” oyununu azdırdılar. En vâhimi bu kez “siyasî aktörleri”ni sahneye sürdüler. Amaç, “Türk-Kürt” kamplaşmasıyla ülkeyi zehirlemek; kavgaya tutuşturmak…
Bölgenin jeostrateji ve jeopolitik geleceği üzerinde hesap yapan Amerikan Yahudi lobisi kuruluşlarında hazırlanan haritalar ortalıkta geziyor. Hedef; Bediüzzaman’ın şiddetle sakındırdığı, “tavâif-i mülûk”le, İslâm âleminin parçalanması. Müslüman coğrafyanın, ırklar ve kavimlere göre küçük devletlere bölünüp parçalanarak taksimi…
İşte karşılıklı kışkırtmayla toplumda “Türk - Kürt çatışması”nın körüklenmesini amaçlayan “federasyon” çıkışları, “ayrılık” mırıltıları hep bu projenin bir parçası. “Muhtariyet”le başlayıp “meyl-i iftirak (ayrılık fikri) marazı”nı tahrik desisesiyle tırmandırılan terör, kargaşa ve kaosla iç çatışma türetmek; peşinden “federasyon” provokasyonuyla fitneyi ve “kavmiyetçiliği” uyandırmak…
* * *
Bunun içindir ki daha Osmanlının son döneminde, Bediüzzaman, “milyonlarla şühedânın (şehidlerin) pahasına kanlarını verdiği ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur’ân olan milliyetimizin korunması”nın lüzûmunu nazara verir. “Irkçı” ve “ayrılıkçı” temâyüllere karşı, Kürtlere hitaben yazdığı makalelerde, “İttifakta kuvvet var, ittihada hayat, kardeşlikte saadet ve selâmet vardır” diye ikaz eder. “İttihadın ipini (zincirini) ve muhabbetin şeridini iyi tutun ki, sizi belâdan halâs etsin” diye, birlik ve beraberliği tembihler…
“Cehâlet, fakirlik, keşmekeş ve dahilî ihtilâf” olarak teşhis ettiği üç düşmana karşı, “üç elmas kılıç” olarak tavsif ettiği ve “din, nâmus ve gayret lisânıyla muhâfazası”nı istediği “üç kıymettar cevher”in en birincisini “ittihad-ı millî” olarak belirler. İkincisini “ sa’yi insanî (insanî hizmet ve emek) ve üçüncüsünü de yine “muhabet-i millî” olarak sıralar. (Asâr-ı Bediiye, 452-453) Bediüzzaman’ın bir asır önce devrin gazetelerinde ve çeşitli zeminlerde ifade ettiği bu temel tezlere bu ülkenin bugün de büyük bir ihtiyacı vardır. Hakikaten günümüzde “Güneydoğu meselesi”nin, “Bediüzzaman’ın “Medreset’üz Zehra” çözümünde özetlediği “ittihad-ı millî ve muhabbet-i millî” olan “kardeşlik projesi”yle ancak çözüme kavuşabileceği, dünden bugüne gelişen olaylarla ortada…
29.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|