Meşrutiyetten bu yana Türk siyaseti âdeta partiler mezarlığı haline gelmiş. 150’nin üzerinde parti kapanmış, kapatılmış. Ne var ki, demokrasilerde partileri halk kurar ve halk kapatır. Halkın oy verdiği partiler ancak yaşar.
Halkın kapattığı partiler bir defa daha dirilmemiş. Lâkin, darbelerle, ara rejimlerle, mahkemelerle kapatılanlar, değişik isimler altında yeniden kurulmuş ve siyasî kulvardaki yerini almış…
AKP’yi “kapatma dâvâsı”, her şeyden önce yüzyıldır işlenen hatanın tekrarından başka bir şey değil. Zira partilerle demokratik hesaplaşmayı yapacak olan millettir. Siyasî partiler hakkındaki “iddianâmeleri” millet hazırlar; başsavcılar değil…
Sözkonusu “iddianâme” bununla da kalmıyor. “İddianâme”nin “laiklik” üzerine odaklandırılması, sivil siyasete ve demokratik işleyişe bir kumpas intibaını verdiriyor. Dahası, başka başka tezgâhlar kokuyor…
Aynen 28 Şubat “postmodren darbe” sürecinde olduğu gibi, “kapatma gerekçesi”nin sâdece “laiklik” üzerine bina edilmesi, yeniden “laik - anti laik” kamplaşmasıyla toplumsal kutuplaşmaya sürükleme tezgâhına benziyor…
* * *
Gerçekten merak konusu, milletten oy almış bir partiyi kapatmak neye ve kime hizmet edecek? “İddianâme”de en ince ayrıntısına kadar “laiklik”le ilişkilendirilen ilgisiz “eylemler”in tek tek yer almasının, ülkeye ve demokrasiye ne yararı olacak?
Diğer yandan hükümetin özellikle dış politikada millet irâdesiyle çelişen onca hatası dururken, iktidar partisinin “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiası, doğrusu düşündürücü…
Meselâ bir belediye başkanının “başörtülü belediye başkanı” istediğinden, sonradan serbest bırakılan İstanbul’daki “mayo reklâmı”na kadar bir yığın teferruat yazılmış. Bunların “laikliği ihlâl”le ne ilgisi var?
“İddianâme” bir yığın şahsî ve mevzii olayla doldurulması, öteden beri dayatılan “yanlış laikliğin” âdeta “militanca savunması” olmuş…
Bunun içindir ki, başkent kulislerindeki aklı başında değerlendirmelerde, sözkonusu “kapatma gerekçesi”nin de öncekiler gibi, milleti ayrıştıran kritik fay hattındaki kırılma noktasının üzerinde olduğu tesbitleri yapılıyor.
“İddianâmeler”le, mahkemelerle bir partiyi kapatmaya kalkışmak, aslında hiçbir demokratik sisteme yakışmayan bir inhiraf. Diyelim ki, belki de edinilen itiyatla bu mahkemeye başvuruldu?
O halde neden Türkiye’nin tarihî misyonuna, maddî ve mânevî menfaatlerine aykırı emr-i vakilere getirilmesi millet nezdinde sorgulanmaz da, bir tek varsa yoksa “laiklik”?
“Laiklik” tartışmasından başka Türkiye’nin “sorunu” yok mu?...
* * *
Kısacası “iddianâme”nin “laiklik” ekseninde hazırlanması, her darbe ve ara rejim öncesinde sahnelenen “sağ- sol”, “Alevî - Sünnî”, “Türk - Kürt” kışkırtması ve çatışmasına benzer senaryoları hatırlatıyor…
“İddianâme”nin kendisi, bir partinin tepeden dayatmayla kapatılması gibi vâhim yanlışların ötesinde, en vâhimi bu…
21.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|