AKP hakkında açılan kapatma dâvâsı, 12 Eylül anayasasının, yürürlüğe girdikten bu yana geçen zaman zarfında birçok maddesi Meclis tarafından değiştirilmiş olmasına rağmen sivil siyaset için hâlâ tuzak ve mayınlarla döşeli olduğunu gösteren yeni bir örnek oldu.
Bunlardan birini 367 meselesinde yaşamıştık. Şimdi de kapatma dâvâsında görüyoruz.
Anayasanın partilerle ilgili 68. maddesinin 4. fıkrasında “çerçeve” şu şekilde tanzim ediliyor:
“Partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”
69. maddenin 6. fıkrasında ise, bir partinin kapatılması, 68/4. fıkra hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tesbiti şartına bağlanıyor.
İlginç olan bir nokta, odak haline gelme kriteri ile bunun gerçekleşme şartlarına ilişkin düzenlemenin, 2001’de Ecevit başkanlığındaki Anasol-M hükümetinin inisiyatifiyle yapılması.
Yani, tipik bir 28 Şubat ürünü olması.
Aslında, normal şartlar altında ve düz bir bakışla, 68. maddede çizilen çerçevenin itiraz edilecek bir tarafı yok gibi. Hattâ Avrupa ülkelerinin anayasalarında da buna benzer, muadil maddeler olduğunu söyleyecekler, herhalde veya mutlaka çıkacaktır.
Ama uygulamada iş değişiyor. Meselâ şimdiye kadar insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine aykırılıkla suçlandığı için kapatılan bir siyasî parti var mı?
Buna karşılık, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile laik cumhuriyet ilkesine aykırılıktan kapatılan partilerin haddi hesabı yok. Yani, öteden beri kırmızı kitapta iç tehdit unsurları olarak yer aldıkları bilinen bölücülük ve irtica ithamları, parti kapatmalarında da asıl belirleyici.
Ve kurucu kadroları Millî Görüş çizgisinden gelen AKP gibi bir partinin, bu anayasal düzenlemeleri değiştirme gibi bir girişimde bulunması, bulunsa bile sonuç alması mümkün değil.
Tam tersine, son dâvâ ile bir kez daha gördüğümüz gibi, AKP laikliğe aykırı fiillerin odağı olmakla suçlanıyor. Bu ithama dayanak gösterilen iddiaların çoğu asılsız ve kof, ama tümünden çıkarılan algılama, kapatma talebinin temelini oluşturuyor. Dahası, Sabih Kanadoğlu’nun sözlerinde görüldüğü gibi, AKP dine dayalı bir diktatörlük kurmanın peşinde olmakla suçlanıyor. Devrimin yılmaz bekçileri olma söylemiyle resmî ideoloji diktasının savunuculuğuna soyunanlar, AKP’yi böyle itham ediyorlar.
Rejim muhafızlarının bu nazarla baktığı bir partinin anayasa üzerinden yapmak isteyeceği her girişim, yeni kriz ve gerginlikleri tetikliyor.
Anayasa AKP için mayınlı alan. Ve o sebeple AKP’nin, milletten aldığı onca oya rağmen yeni anayasa yapması bir türlü mümkün olmuyor.
Türkiye’nin, 28 Şubat'ta sıkıştığı ve 2002'den beri AKP ile devam edegelen cendereden çıkabilmesi için, laikliği demokratik bir yoruma kavuşturup din-siyaset ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtabilecek başka bir alternatife ihtiyacı var.
21.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|