Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

İnsanların en âlimi, başkasının ilminden istifade ederek ilmini arttırandır. Her ilim sahibi öğrenmeye susamıştır.

Câmiü's-Sağîr, No: 686

29.03.2008


Rabbim, Senden başka kimim var benim?

Her yeni başlangıç beni müthiş heyecanlandırır. Bu bazen elime aldığım yeni bir kitabın ilk sayfası olur. Bazen de bir ağacın dallarındaki tomurcukların uyanışı. Bazen bir bebeğin ilk adımlarını atışını seyretmek de olabilir.

Eğer şuurunuz açık ve duygularınız uyanık ise, hemen söyleyeyim, hayatta karşılaşacağınız sürprizler hiç de az değildir. O gün ne yapacağınız, ne yakalayacağınız, biraz da sizin duruş ve bakışınıza bağlıdır.

Tecrübeli bir balıkçının dediği gibi: “Yakalayacağınız balığın cinsini belirleyen, elinizdeki yemin kalitesidir.”

Hayat tıpkı bir ayna gibidir. İçinizde ne taşıyorsanız, dışınızda onu bulursunuz. Yaşamak, hayatı başıboş bir şekilde tüketip bitirmek demek değildir. Yaşamak, o hayatın iman ile hakkını vermektir. Hayatın hayatı iman iledir, inanç iledir. Hayatın kemâli ise, her daim devam iledir. Yüce Yaratıcı ile bağını koparan bir hayat, zindandan farksızdır, karanlıktır. Sürekli nur, bitmeyen ışık O’ndandır. Hayatın sahibindendir, onu yaratandan gelir.

Yoksa birçoklarının yaptığı gibi, hayat; yaşamak zorunda kalınan ve asla kıymeti bilinemeyen bir şey olup çıkar elimizden. Elbette hayatın veriliş ve yaratılış gayesi bu değildir. Aksi halde hayat bizim için en büyük bir nimet iken, en büyük bir azap olur. Gençliğinde ya da hayatının bir döneminde hayatı böyle yaşayan, sonra da bu yanlışı fark edip hidayete eren ve dosdoğru bir hayata yönelen nice insanlar var... Işıksız bir lamba ne ise, iman ve inançtan yoksun bir hayat da odur. İçinde en cazip eşyaların sergilendiği lambasız bir vitrin düşünün, ışıksız hâliyle eşya ha var olmuş, ha yok olmuş, ne fark eder ki!.. Hayat da böyle iman ile aydınlanınca, her yer birden o imanın nuruyla donanıp, kendini gösteriyor. Işıl ışıl parıldıyor.

Evet, hayat bir defadır ve ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır. Hayatın kıymetini belirleyen hayatın kendisi değil, hayatı bize kim verdiyse O olabilir. Allah (cc) nasıl bir hayat yaşamamızı istiyorsa, biz ancak ona uygun yaşamakla bu hayatın kıymetini anlayabiliriz. İdeal ve gerçek hayat budur. Gerisi boştur.

Böyle bir gün, hayata yeniden doğduğumuz ve merhaba dediğimiz gündür. İşte böyle günlerden bir gün, baharla beraber ruhumun da uyandığı bir sabah, parkta bir bebeğin ilk adım atışlarını seyrettim. Genç bir baba, iki elinden tuttuğu yavrucuğunu yürütmeye çalışıyordu. Bebek çok heyecanlıydı. Adımlarını dizden kırıp atıyor, dilini ısırıyordu. Bir yandan da böcük böcük gözlerle bakınıp hedefine ilerliyordu. Parkın bir köşesinde durup, baba ile çocuğun macerasını ve birbirlerini kucaklayıp sarılışlarını seyrettim.

Çocuğun, babasının kucağına atıldığındaki sevincini bir görmeliydiniz. Benim bir kucağım, bir sığınağım, bir dayanağım var diyordu âdeta. Ne olduysa, birden o çocuk gibi ben de kendimi Rabbimin rahmet kucağına atmak istedim. İçimde bu arzuyu coşar buldum. Dilimde duâ gibi bir söz peyda oldu:

“Ey Rabbim Senden başka kimim var benim?

Rahmetinle sar, sarmala, tut beni

Rabbim, Senden başka kimim var benim?”

O anda bu duânın bütün benliğime yayıldığını hissettim. Anladım ki, ben yalnız değilim. Duâlarıma cevap veren bir Rabbim var. Ve O bana çok yakın.

Ne kadar güçlü olduğumu, bana, en güçsüz olduğum bir anda hissettirdin Rabbim. Şükürler olsun, hamdüsenâlar olsun. Rabbim, Senden başka kimim var benim?..

Hayat bazen çıkmazlara giriyor ve bir yerlerde düğümleniyor. Sonsuza yolcu olan bir ruhun arzularını, bu sonlu ve fâni dünya karşılayamıyor. İnsana ne verirsiniz verin, o gözünü ötelere, Cennete dikmiş. Burada yapılması gereken tek şey var. Geç kalmadan Ona yönelmek, Ondan istemek. Hem de çok istemek… Çekinmeden isteyin. İsteyin, isteten verecektir mutlaka. Allah (cc) vermek istemeseydi, size bu istemek duygusunu vermezdi zaten. Çekinmeden isteyin. Ne olur istemeye devam edin.

Bunu yalvara yakara söylememin bir sebebi var. İzninizle onu da anlatayım. Yeni çıkan “Allah ve Dua” kitabımızı imzalarken, sohbet ettiğim, konuştuğum bir çok okuyucumuzun itirafları oldu. “Biz bu kitap sayesinde duâ etmeyi öğrendik, duâyı böyle bilmiyorduk…”

Âcizane bizim de kendilerine bazı tavsiyelerimiz oldu. Önce kendimize mahsus bir dille ve samimi bir kalple Rabbimizle, Yaratıcımızla konuşmanın çarelerini bulmalı, yollarını araştırmalıyız. En küçük hâcetimizi dahi Ondan istemekten çekinmemeliyiz. Bu çok güçlü bir iman ve inancın da gereğidir. Aslında duâ bir ibadettir, ibadetlerin karşılığı ise ahirettedir. Kulun, derdini ihtiyacını Rabbine iletmesinin, açmasının bir aracıdır duâ. Birbirimizle bu kadar konuştuğumuz halde, Rabbimizle hiç konuşmamak olacak şey mi? Ruh bu uzaklığa, O’nun rahmetinden ayrı kalmaya ne kadar dayanabilir ki? Sığının O’na yönelin, kalbiniz huzur ve sükûn bulsun. Yaşadığınıza şükredin, hem de her nefes için.

Hâli vakti yerinde bir arkadaşımın hanımı, şu sıralar doğum öncesi bir rahatsızlığa yakalanmış. O kadar ki, nefes alamamış, bütün hastane seferber olmuş hemen. Elden gelen ve yapılacak pek bir şey de kalmayınca beklemişler, duâ etmişler. Sonunda düzelmiş hastamız. Arkadaşımız eşine, “Bak” demiş, “Bir tek nefes alıp vermenin ne kadar önemli olduğunu anlamamız için Rabbimiz bize bunları yaşattı. Havadan, sudan yaşıyoruz diye belki de küçümsediğimiz bir nimetin kıymetini bize bildirdi” demiş.

Bir nefes almanın kıymetini, ne demek olduğunu onu kaybetmeden anlamıyoruz. Her şey zıttıyla bilinir: Gece gündüzle, sıhhat hastalıkla, açlık toklukla. Zıtlar devreye girmeden eldeki nimetlerin kadri kıymeti maalesef bilinmiyor. Rabbim, kıymetini elindeyken bilenlerden eylesin.

Küçük bir çocuk ağlıyormuş, “niye ağlıyorsun?” diye sormuş, yanına yaklaşan yaşlı bir bey. “Amca” demiş “Bir liramı kaybettim.” “Ağlama” demiş, yaşlı adam, tutmuş çocuğa bir lira vermiş. Çocuk bir lirayı almış ama, bu defa sesi daha fazla çıkmaya başlamış. Yaşlı adam “Peki evlâdım şimdi niye ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk, “Amcacığım o bir lirayı kaybetmeseydim, şimdi iki liram olacaktı” demiş.

Biz de bazen o çocuktan farksız oluyoruz. Hayatı biraz da olsa güzel yaşamaya başlayınca bu defa geçmiş günler için üzülüyoruz. Keşke o günleri de hebâ etmeseydik, adam gibi yaşasaydık, elimizde bir değil, iki güzel ömür olsaydı istiyoruz ama onu da tövbeyle yenilemek ve değiştirmek mümkün. Tövbe eden bir insan Rabbinin af ümidini içinde daima taşımalı ve yaşamalı. Aksi halde şeytan sağdan yaklaşıp “Nasıl olsa senin günahların affedilmemiştir” diyerek o insanı aldatıp, eski günahlarının batağına çekebilir. Rabbim hepimizi muhafaza eylesin.

Şu kıssadan hepimize bir hisse var sanırım.

Feridüddin Attar’ın ünü cihana yayılan eseri, Mantıkut-Tayr (Kuş Dili)nde, tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmıştır yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!” demiştir ona. Sarhoşun cevabı müthiştir: “Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin baş köşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!”

İnsan, beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse beyni de ona göre çalışıyormuş. İnsan beynine yüksek ideallerden zevk almayı öğretirse, aklına, iradesine ve duygularına hâkim olmayı bilebiliyor. Rabbim senden başka kimim var benim? Hedefinden, idealinden, yolundan, izinden ayırma, saptırma beni.

Kim, Senden daha fazla verebilir; kim Senden daha fazla sevebilir; kim Senden daha fazla gözetebilir ki bizi? Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim, Senden başka çağırmadan gelebilir; kim Senden başka istemeden verebilir; kim Senden başka sesimizi duyabilir?.. Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim Senden daha fazla bilebilir; kim Senden daha fazla affedebilir; kim senden daha fazla kördüğüm olmuş şeyleri çözebilir; kim Senden daha fazla bizi önemseyebilir ki?..

Rabbim, Senden başka kimim var benim? Kimsem yok benim Senden başka ey Rabbim!..

SELİM GÜNDÜZALP

29.03.2008


Şarkı ayağa kaldıracak, din ve kalbdir

Rabian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: "Sebep nedir?" Dediler ki:

"Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?"

Hâmisen: Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır.

Sadisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a'mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

Sabian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyâne, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid'atkârâne, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.

Tarihçe-i Hayat, s. 125-126

millet-i İslâm: İslâm milleti.

çendan: Gerçi.

müttehem: İttiham olunan, suçlanan.

aşâir: Aşiretler.

şark: Doğu

garb: Batı.

enbiya: Peygamberler.

hükema: Filozoflar

ağleb: Çoğunluğu, galibi.

intibah: Uyanma.

fıtrat: Yaratılış.

muvafık: Uygun.

sa'y: Çalışma, çaba.

hebâen: Boşu boşuna.

frenk: Avrupalı.

maslahat-ı İslâmiye: İslamın faydası, menfaati.

a'mâl: Ameller.

vesait: Vasıtalar.

fünun: Fenler.

fırak-ı dâlle-i İslâmiye: İslamdan sapmış gruplar.

kemmiye-i kalile-i muzırra: Az miktarda zarar veren.

salâbet: Sağlamlık, kuvvetli bağlılık.

medeniyet-i habise: Pis medeniyet.

cereyan-ı bid'atkârâne: Dinin aslında olmayan, sonradan ihdas edilen adetleri dine sokuşturmaya çalışarak, dine zarar verme hareketi.

inkılâbvâri: İnkılâba benzer değişim, inkilâb gibi.

desâtir: Düsturlar.

inkıyad: Boyun eğme.

29.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri