Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Habib FİDAN

Öyle değil, böyle demeli!



Çoğu zaman dil yanlışlıklarının artık vahim bir şekilde gittikçe yaygınlaştığını ve bu konuda ciddi bir farkındalık eksikliğinin varlığını düşünmeden edemiyorum. Özellikle de basın yayın kuruluşlarında çalışanların tezgâhından geçen yazıların yanlışlıklar içinde boğulduğunu bir türlü mazur göremiyorum. Yok, arttık ben bunu bilgisizlikle açıklamak da istemiyorum. Bence bu, bilgisizlikten ziyade, ilgisizlik. Hatta bu, sorumsuzluğun doğurduğu ilgisizlikten başka bir şey değil.

Hepimiz okuyor, konuşuyor, yazıyor ve nihayet görüyoruz. Mesela konuşmalar yahut yazılardaki mantıksal hataları ya görmezden geliyor ya da “Olsa da oldu, olmasa da oldu” gibisinden bir düşünceyle başımızdan savıyoruz. Artık söylemekten bıktığım “de”nin yazımıyla ilgili yapılan fahiş yanlışlıkları dile getirmekten bıktım. “Yahu” diyorum kendi kendime: “Neden bu konularda fazla hassas olunmuyor? Dil konusu bu kadar mı ucuz ve değersiz bir konu?”

Bu bağlamda, örneğin “1994’te” yerine yazılan “1994’de” ifadeleri artık kanıksanmış gözüküyor herhâlde. “İncirlik’te” yerine “İncirlik’de” diye yazılan ifadeler de hâlâ yazı dünyamızın iğreti bir süsü olmakta direniyor. Hatta direnmek de denemez, galat-ı meşhur olma yolunda uygun adım ilerliyor. Böylesi bariz bir yanlışlığı her defasında neden yapar insan? Sormak lazım. Hele de belli makamlarda oturan, sözüm ona kelli felli ekâbirin de bu yanlışlıklar korosuna dâhil olup bir de “Mesela, örneğin, diyelim ki…” gibi nevzuhur bir “NEOTÜRKÇE(!)” tadında terkip meydana getirme gafletine düşmeleri yok mu, işte bu beni yiyip bitiriyor.

Mantıksal hata demişken, gerek gazete ve gerekse de dergi veyahut kitap türü yayınlarda “Sorunun büyümesine katkıda bulunuyorlar?” gibi kerameti kendinden menkul ifadelere hiç mi takılmıyorsunuz? Çünkü bir sorunun büyümesine katkıda bulunamaz bir insan. Ancak sorunun büyümesine neden olabilir. İşin garibi asıl yerinde kullanılmaz da “Çok çalışması, başarıyı yakalamasına neden oldu” gibi hiç de “neden”sellik kokmayan ifadelere don paça sıkıştırılmakta. Oysa “neden” kelimesi olumsuzluk bildirdiğinden, “başarı” gibi olumluluk bildiren kelimeyle kullanılamaz. Onun yerine, ancak “sağlamak” kelimesi kullanılabilir ki, “Çok çalışması, başarıyı yakalamasını sağladı” gibisinden mantıklı bir cümle ortaya çıksın. Söyler misiniz, olumlu ve olumsuz bir yargının birlikte kullanılabileceği bir cümle yapısı nerede var? Yoksa bu da bizim ikircikli yapımızın, ne demek istediğimizi anlatamadığımızın kavram haritamızın cümlelerimize yansıması mıdır? Tipik ne evet ve ne de hayır diyebilen yurdum insanının “Havet” demesi gibi bir şey. Öyle olmasa, Çanakkale Savaşı gibi elim bir olaya, yer yer “Çanakkale Kutlama Töreni” diyerek garabete saplanır mıydık? Olsa olsa Çanakkale Şehitlerini “Anma” Töreni derdik. Sakın ölüyü alkışlama garabeti, kelimelerimiz ve dahi ifadelerimize sirayet etmiş olmasın? Eee; neyse hâlin, odur kâlin…

Hele son günlerde mantar gibi hemen her kelimeyle kol kola gezme cüretinde bulunan bir kelime var ki, neredeyse yurdum insanının elinde hoyratça kullanıla kullanıla sıradanlaşmaya doğru gitmekte. Evet, “yaratmak” kelimesinden bahsediyorum. Kişisel gelişimle ilgili kitapların tercümesinden dolayı dilimizde sıkça kullanılagelen bir kelime olmaya aday. Hadi, diyelim ki kişisel gelişim konusuna has bir kavram olduğundan kullanılabilir; peki ya cafcaflı görünme gayretkeşliğinin yansıması olan “Sorun yaratmayın”

türünden ifade tarzlarına ne demeli? Sorun yaratılmaz çünkü, sorun çıkarılır. Ve dilimizde “sorun çıkarmak” deyimken, ne diye “ayrılsak da beraberiz” durumu ortaya çıkarılır, anlamak zor.

Bilmiyorum; döne dolaşa “Bizim oğlan minare okur, döner durur, yine okur” atasözüne mazhar olmaktan öteye gitmeyen bir sinek vızıltısı kadar değeri olacak mı bu uyarıların. Yoksa yine, “Bizim oğlan minare okur, döner durur, yine bildiğini okur” demekten kurtulamayacak mıyım? Ne diyelim, bizden uyarması…

29.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (15.03.2008) - Âsım'ın nesli idealinin neresindeyiz?

  (08.03.2008) - Sadeleştirme hezeyanları üzerine

  (01.03.2008) - Vatan sağolsun...

  (23.02.2008) - Yazar, ne(den) yazar?

  (04.08.2007) - What about God?

  (28.07.2007) - Yollardan bir yol

  (22.07.2007) - Hayır duâlarımız... Bedduâlarımız...

  (07.07.2007) - Bir ölüm analizi

  (30.06.2007) - Kitle(sel)leşmek üzerine düşünceler...

  (23.06.2007) - Bir kıvrımlık “s”dir hayat

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri