Saray ve zindan... İki zıt mekân... Birisi lüksün, konforun, rahatın, genişliğin, aydınlığın ve özgürlüğün adı. Öteki, zulmetin, karanlığın, rutubetin mahkûmiyetin, mağduriyetin mekânı. Hükümdarlar ve hükümranlar saraylarda yaşarken, mahkûmlar, mağdurlar ve mazlumların mekânı zindanlar olmuştur. Ama her zaman kader de hükmünü icrâ etmiş, bazı insanları saraylarından edip zindanlara düşürürken, bazılarını da zindanlardan saraylara çıkarmıştır. Bu mazlum sultanların belki de ilki olan Yusuf Aleyhisselâm, haksız yere atılmış olduğu zindanda kendisini yetiştirmiş, orasını bir medrese haline getirmiş, daha sonra da kader hükmünü icrâ etmiş ve Mısır’a Sultan olarak saraylara çıkmıştır. O zamandan bu yana, mazlumların atıldığı zindanlar ve hapishaneler, “Medrese-i Yusufiye” olarak anılmaktadır.
Medrese-i Yusufiyelerin rahle-i tedrisâtında müderrislik yapan mazlumlardan birisi de, Bediüzzaman’dır. Kendi ifadesi ile hayatı zindanlarda geçmiştir. “Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muâmele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim”
Bediüzzaman’ın “memleket zindanları” dediği mekânlardan birisi de, Eskişehir hapishanesiydi. 120 talebesiyle birlikte, elleri kelepçeli olarak kamyonlara bindirilip, Isparta’dan Eskişehir’e sevk edilmişti. Burada tek kişilik bir hücreye atılmış, kimseyle görüşmesine ve konuşmasına izin verilmemişti. Talebesi Zübeyir Gündüzalp’in anlattığına göre, kendilerine yemek verilmemiş en ağır işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmışlardı. Zaten Bediüzzaman ve talebelerine idam mahkûmu gözü ile bakılıyordu. Onlarla temas kurmak isteyenler de, idam ile korkutuluyor, yanlarına kimsenin yaklaşmasına müsaade edilmiyordu. Hücrelerinde hamam böcekleri, tahta kuruları ve çeşitli haşerât cirit atıyordu. Bütün bu ağır şartlara rağmen, Bediüzzaman ve talebeleri Medrese-i Yusufiyede tedrisât yapıyor, insanların ebedî hayatını kurtaracak reçeteler üretiyorlardı. Yirmi yedinci, yirmi sekizinci, yirmi dokuzuncu ve otuzuncu lem’alar burada yazılmıştı. Gafiller bilmiyorlardı ki, nurlar zindana atılırsa, zindanlar da nurlanıyordu.
Kendisi kışta gelen Bediüzzaman, kendinden sonra gelecek olanlara cennet-âsâ bir baharın müjdesini veriyordu. “Küfür devam eder, zulüm devam etmez” diyerek, bir gün bu zulümlerin sona ereceğini, o gün zindanlara atılanların gelecekte saraylarda ağırlanacaklarını söylüyordu. İşte o günler, bu günlerdir.
Bundan yetmiş üç yıl önce, Bediüzzaman ve talebelerinin Eskişehir’de atıldıkları zindan, bugün yer ile yeksan olmuştur. İmanın, ihlasın, sadâkatin, sabrın ve fedâkarlığın gücü, Bediüzzaman ve talebelerini zindanlardan saraylara çıkarmıştır.
Ve işte yıllar sonra, yine Eskişehir'de, Yeni Asya Temsilciliği tarafından, Bediüzzaman'ın şânına yakışır nezih bir ortamda, 48. vefat yıldönümü münasebetiyle Bediüzzaman’ı anma programı tertip edildi.
26.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|