Meclis'teki 548 milletvekilinin 360'ı hâlen dâvâlık durumda. Bağlı oldukları partiler (AKP, DTP) hakkında kapatma dâvâsı var.
Ayrıca, vekillerin kendileri de "siyasî yasaklı", yahut "siyaseten sakıncalı" duruma düşme riskiyle karşı karşıya.
Bu hiç de hoş bir manzara değil.
Ancak, bundan daha nâhoş bir manzara daha var. O da, siyasîlerin ve partilerinin birbiriyle olan ve dozu giderek artan kavgaları, çekişmeleri, sürtüşmeleri...
Düşünelim ve soralım: Hem devlet kurumlarıyla, hem de birbiriyle böylesine nizâlı/kavgalı olma hali niçin ve nereye kadar?
Meclis'teki politikacıların buna ne cevap vereceklerini henüz tam olarak bilemiyoruz.
Ancak, bu suâlin bir cevabı bize göre şu olsa gerek: Kavga, yaklaşan mahallî seçimlere kadar sürer, gider...
Evet, yapılan bunca kavganın—başka sebeplerin yanında—en önemli bir sebebi, hiç şüphesiz "mahallî seçimlere endeksli" olarak yürütülen "daha fazla oy kapma" hesabıdır.
Bilhassa iktidar ile anamuhalefet arasındaki gerilimin, çekişmenin en mühim ayağını bu seçim telâşı ve oy kaygısının teşkil ettiğine dair kanaatler giderek yaygınlaşıyor. Nitekim, genel seçimlerden önce de benzer taktik geliştirdiler ve oyları bir güzel bölüştüler.
Ne var ki, bu kez oyun ters tepebilir. Dar ve sâbit gelirli vatandaş ile küçük ve orta ölçekli esnaf adeta kan ağlar bir durumda iken, kızıştırılan gerilimin bir kez daha oya tahvil edilebileceğine pek ihtimal vermiyoruz.
Hatırlayalım, şimdiki iktidar ve anamuhalefet partisi, 2002 seçimlerinde bangır bangır "Bu kavgacı partiler barajı geçemeyecek ve Meclis'ten silinip gidecekler" diye bağırıyordu.
Uzan'ın da aynı koroya dahil olmasıyla, bu söz etkili oldu ve hakikaten kavgacıların tamamı silinip gitti.
İşte, birbiriyle kıyasıya şekilde kavgaya tutuşmuş olan şimdiki siyasîlerin de aynı âkıbete (2002) uğraması kuvvetli ihtimal dahilinde görünüyor.
Halkta heyecan dalgası uyandırabilecek bir siyasî alternatifin ortaya çıkması halinde, şimdiki kavgacıların da "etme–bulma" realitesiyle tanış olacakları hatırdan çıkarılmasın.
Tarihin yorumu
Selimiye'nin hüznü
Aylardır Bulgar kuvvetlerinin kuşatması altında bulunan Edirne, merkezden hiç yardım alamaması ve şehirde giderek şiddetlenen açlık, yokluk ve mühimmatsızlık sebebiyle daha fazla dayanamayarak teslim oldu.
Şehri işgal eden Bulgarlar, sivil halka çok büyük baskı uyguladı. Mâsumlara yönelik katliâmlarda bulundu. Kuyuları insan cesetleriyle doldurdu.
Ayrıca, başta Selimiye Camii olmak üzere, şehirdeki hemen bütün mâbetlere zarar verdi. Büyük tahribat yaptı.
Siyasî fırkacılığın orduya bulaşması ve askerî ahlâkı bozması sebebiyle, Osmanlı paşalarını düşmanla harbetmek yerine, onları birbirine düşürdü. Birbiriyle yardımlaşmadılar. Hatta, Bulgar kuvvetleriyle savaşmadılar bile. Gerisin geriye tâ Çatalca önlerine kadar çekilerek bütün Trakya'yı savunmasız bıraktılar.
Çaresiz ve ümitsiz kalan İttihatçı hükümet, Bulgaristan'la ateşkes istedi.
Taraflar arasında savaşı bitiren antlaşma ise, 30 Mayıs 1913'te Londra'da imzalandı. Bu antlaşmaya göre, Girit Adası Yunanistan'a ve Edirne'nin tamamı Bulgaristan'a bırakıldı.
Ancak, Balkanlar'daki çalkantı bitmedi. Bu bölge, 16 Haziran'da yeni bir çatışmaya sahne oldu. Gayrete gelen Osmanlı kuvvetleri, Batı'dan yeterli desteği alamayan Bulgarların üzerine gitti.
Edirne, nihayet 22 Temmuz 1913'te kurtarıldı. Taraflar arasında Bükreş'te yapılan bir antlaşmayla, fiilî durum hukukî statüye kavuşturulmuş oldu.
* * *
Edirne'nin hüzünlü işgal günlerini dokunaklı mısralarla tasvir eden Mehmed Akif'in "Edirne" isimli şiirinden kısa bir bölüm aktararak bitirelim:
Edirne! İşte o Şark'ın demir kilidi
Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi
Muzaffer ordusu hakkıyla(!) intikam alıyor
Kadın–kız, çoluk–çocuk, ne bulsa parçalıyor
Bu katliâma da razıyım ihtiram olsa
Harim-i dini de geçtik harim-i namusa
Şu dört minareli cami ki, yoktur hiçbir eşi
Ki parlıyordu hilâlinde sanatın güneşi
Bir inkılâb ile ya Râb, nasıl harab olmuş? Murad-ı Evvel’i koynunda saklayan toprak,
Kimin ayakları altında inliyor, hele bak.
26.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|