Biz hürriyet ve demokrasiden başka bir sistemde rahat edemeyiz, ilerleyemeyiz, kalkınamayız, huzurlu ve mutlu olamayız. Zira, mayamız hürriyet ile yoğrulmuş. Allah’a imân, ibâdetler, “kul hakkı” gibi temel meseleler de onu ders verir. “Demokrasi”yi herkesin sindirmesi gerekir. Ancak, devletin insan hak ve hürriyetlerine göre yapılanmaması, eğitim sistemimizin hürriyet ile demokrasi terbiyesini vermemesi, darbeler, fakr ve zarûretlere eklenen cehâlet onu ruhumuza sindirmemizi engellemiş; sözde bırakmıştır.
Bir diğer mânia da, demokrasiye açık-gizli cephe alan bir zihniyetin, etkili ve yetkili makamlarda bulunmasıdır. Acaba demokrasiyi istemeyen kimlerdir? Bunlar, cehalet ağa, inad efendi, garaz bey, intikam paşa, taklit hazretleri, mösyö gevezeliğin emri altında insan milletinden saadet menbâımız olan meşvereti inciten bir cemiyettir.1 Bu cümleyi açarsak:
* Ağa, bey, paşa, şeyh görüntüsü altında hâkimiyetini devam ettirmek isteyenler,
* Şahsî menfaatini milletin menfaatinden üstün tutanlar (özelleştirmeye karşı olanlar gibi)
* Ve yine, şahsî çıkarlarını milletin zararında görenler. (Müstebit devletçilik anlayışından makam, mevki elde edip, kamu binaları, lojman, tatil beldeleri, kamu vasıtalarından istifâde eden silâhlı-silâhsız bürokrasi, KİT’lere yapışan asalaklar, mafya, vesâire...)
* Basit, sathî, şahsî görüşlerini kabul ettirmek için muvâzenesiz ve dengesiz görüşlere sapanlar.
* Şahsî garaz ve intikamını terk etmediği halde, “fedakârlık ve hâmiyet” dâvâsı güdenler.
* Müstebit, diktatör olduğu halde, demokrasi ve cumhuriyeti savunur görünenler.
* Hürriyet ve demokrasinin gereği olan çok seslilik, hoşgörü, müsamaha ve fikirlere saygıyı beceremeyip, herkesin kendisine saygı göstermesini isteyenler.
* Affetmeyi bilmeyen, hâin yürekliler.
* Demokrasinin kıymetini takdir edemeyen cahiller.
* Dinde hassas olup, muhâkeme-i akliyede noksan olanlar,
* Ve hürriyetin İslâm’a zıt olduğunu sananlar.
Bu listeye; bâzı cezâ-i sezâsını (yakıcı cezâsını) hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp gasp ve gâret edenler (yağmalayanlar), daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek isteyenleri de2 ilâve edebiliriz.
Çoğu zaman bunları teşhis etmek zordur: Çünkü, hiçbir müfsid (bozguncu) ben müfsidim demez. Daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür.3 Öyleyse nasıl tesbit edeceğiz? Bediüzzaman, devamında şu ölçüyü verir: Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
Şu halde gerçek demokrat, hakperest ile sahteleri birbirinden şöyle ayırdedilebilir: “Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.”4
“Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ilim adamlarını, ehl-i ilmi (âlim, aydınları) taklit ederiz...”
“Gerçi cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... İşte, müştebih (biribirine benzeyen) ağaçları gösteren meyveleridir. Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.”5
Demek ki, Ziya Paşa’nın, “Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz” dediği gibi, lâfa değil, netice, meyve ve uygulamaya bakmak gerekir.
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 47-48.; 2- Münâzarât, s. 29.; 3- Münâzarât, s. 49.; 4- Age.; 5-Age, s. 50.
26.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|