Bediüzzaman Haftası münasebetiyle ülkemizin her tarafında anma programları tertip ediliyor. Paneller ve konferanslar düzenleniyor. Cumartesi akşamı gerçekleşen İzmit konferansına gitmek için otobüste beklerken yanıma genç bir delikanlı oturmuştu. Sarışın, mavi gözlü, yakışıklı gence hayırlı yolculuklar diledim. Gülümseyerek karşılık verdi. Üniversite imtihanlarına iki defa giren, şimdi ise üçüncü defa hazırlandığını söyleyen gence sordum:
“Öbür taraf için de hazırlık yapıyor musun?”
“Öbür taraf da neresi?”
“Kabirden sonraki ikinci hayat.”
“Hayır, şimdilik o tarafı düşünmeye zamanım yok. Önce bu dünyayı halletmeliyim.”
“Haklısın. Ama, her an öbür tarafa geçme ihtimalimiz var. Genç-ihtiyar ayırımı yapmadan öbür âleme geçiliyor. Bu dünyamızı kazanmaya çalışırken, aynı zamanda âhiret yolculuğunu da dikkate almamız lâzım. Yoksa, orada duyulacak pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacaktır. ‘Keşke, bu ikinci hayatım için bir hazırlık yapmış olaydım!’ demek, insanın kurtulmasını sağlamayacaktır.”
Bu şekilde başlayan yolculuk sohbeti bir hayli devam etti. Allah’ın varlık ve birliğine şahit olan delillerden, âhiret hayatının mutlaka bizleri beklediğine delil olan bürhanlara kadar çeşitli noktalara temas ettik. Belki de ilk defa böyle konulara muhatap olan genç, bir hayli sarsılmış ve aklın reddetmesi mümkün olmayan ispatlar karşısında hak vermek zorunda kalmıştı. Ancak, böyle ortamlardan uzak bir yaşantının, düşünmeye fırsat vermediğinden yakındı.
Sohbeti bir yerde kestikten sonra, yanıma aldığım birikmiş üç Yeni Asya gazetesini okumaya başladım. Bitirdiğim zaman, İzmit terminaline gelmiştik bile. Birbirimizden ayrılırken üçünü de yol arkadaşıma verdim. Gökhan isimli yeni tanıştığımız genç, Karamürsel’e devam ediyordu. Vedalaşırken, kudsî iman hakikatlerini yeni bir insana tebliğ etmenin mutluluğunu yaşıyordum. İçimden “Allah sana hidayet nasip etsin, kardeşim” diye duâ ediyordum.
Terminalde buluştuğumuz Nurettin kardeşimle önce ikindi namazını, sonra akşam ve yatsı namazlarını edâ ettikten sonra konferans salonuna geçtik. Şehrin en merkezi yerinde yapılmış ve bu tür maksatlar için inşâ edilmiş güzel bir salondu. Üst kattaki balkon kısmı hanımlara ayrılmıştı. Tamamı doluydu. Çevre ilçelerden de gelen gönül dostlarımız vardı. Yıllar sonra görüştüklerimizle de hasret giderdik. Maddeten de bir araya gelmenin hazzı, sanki cennet lezzetlerinden birisi gibiydi.
Program, Kur’ân-ı Kerim tilâvetiyle başladı. Ali Yılmazcan’ın açış konuşması oldukça anlamlıydı. İlâhi korosunun verdiği manevî ziyafet, dinleyen kalabalığı sanki bambaşka âlemlere götürmüştü. Ardından bir saat süren konferansımız önemli gerçeklere aynalık yapıyordu. Bediüzzaman, yaşadığı devrin en büyük âlimlerindendi. 1908’de meşrutiyet ve hürriyet lehindeki fikirleri hâlâ tazeliğini koruyordu. O, hürriyet ve meşrutiyet taraftarıydı. İstibdadın her çeşidinin karşısındaydı. Adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet mânâsını ihtivâ eden parlamenter yönetim sistemini din namına destekliyordu. Bu sistemin, dört mezhebden istihrâcının mümkün olduğunu ispatlıyordu. O, dindar bir cumhuriyetçiydi. Demokratlık ve hürriyet-i vicdanın “Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir” kudsî prensibine dayanarak devam edeceğini söylüyor ve millete hizmet eden teknik bir devlet olarak demokrasinin yerleşmesini istiyordu. İslâm, cumhuriyet ve demokrasi mânâlarının birbirini reddetmeyeceğini ifâde ediyordu. Onun bu gerçeğe dayalı ve din referanslı fikirlerini, ülkeyi yönetenler mutlaka anlamalıydılar. Hür ve demokrat bir Türkiye bu ülkenin hedefi olduğuna göre, en kısa zamanda, AB kriterleri çerçevesinde yeni, sivil ve demokrat bir anayasa yapılmalıydı. Bizler, çeyrek değil, yarım değil, tam ve mükemmel bir demokrasinin bu ülkeye gelmesinin samimi taraftarlarıydık. Konferans bu minval üzere sürüp gitti.
Bir kısım gönül dostlarımızla program sonrası gerçekleşen muhabbetten sonra, gece saat ikide binebildiğim bir otobüsle Ankara terminaline indiğimde saat altı on beşi gösteriyor, ruhum ise rızâ dairesinde bir hizmete vesile olmanın lezzetini hissediyordu.
Aynı günün akşamında, Asya-Nur Kültür Merkezinde, bir kardeşimizin sunduğu “Risâle-i Nurda peygamber kıssalarından hisseler” seminerini dinledik. Her tarafta manevî hizmetler yapılıyor, milletin ve gençliğin imanı kuvvetlendirilmeye çalışılıyordu.
26.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|