“Hanım , biliyorsun sabahleyin kahvaltı yapmadan evden çıktım. İş yerinde bir simit ile bir çayla kahvaltı yapmış oldum. Akşama kadar aç mideyle mesai yaptım... Çabuk bir şeyler hazırla...”
“Haklısın Aliciğim. İnan benim senden farkım yok. Gece yarısına kadar çocuk uyutmadı. Sabah zor uyandım. Ben de senin gibi iş yerine aç gittim. Ayak üstü birşeyler atıştırarak idare ettim. Öyle yorgunum ki, ne olur beraber mutfakta bir şeyler hazırlayıp yiyelim.”
“Olur beraber hazırlayalım hanım... Ama maalesef her gün böyle oluyor. Üstelik bulaşıkları da çoğu zaman ben yıkıyorum.”
“Ali bey, söylediklerin doğru olabilir, fakat düşün ki ben çalışan bir bayanım. Senin gibi ben de akşama kadar mesâi yapıyorum. Yemeği beraber hazırlamamız çok mu Allah aşkına? Sonra sen yemeğini yedikten sonra televizyonun başında çayını içip dinlenebiliyorsun, ben ise çocuğun bakımını yapıyorum, evin diğer işlerini yaptıktan sonra, gece yarısına doğru yatabiliyorum... Öyle değil mi Aliciğim?”
Ali bey, işin her zaman olduğu gibi bir kavgaya varacağını hesap etmiş olmalı ki; “Hatice tamam tamam, haydi mutafa” diyerek hızla yerinden kalkarak mutfağa girdi. Arkasından da hanımı geldi. Vakit bir hayli ilerlemişti. Bu saatten sonra yemek hazırlamak zaman alacağından, bir güzel kahvaltı yaptılar.
Daha sonra Ali bey, elindeki çayı yudumlayarak oturma odasına yöneldi ve “Bak Hatice, kaç gündür şu perişan üst baş ile okula gidiyorum. Üzerimdeki gömlek kirlendi. Elbisede ütü diye bir şey kalkmadı. Bir bakıver, temiz gömleğim, ütülü elbisem var mı?”
“Ali hatırlarsan geçen sefer bunun kavgası yapıldı. Sanki fazladan zamanım var, sanki keyfimden ütünü yapmıyorum. Eve gelince lütfen bir de sen bana yapamayacağım işleri söyleme.”
“Öğrenebilir miyim acaba ‘yapamayacağın işler’ hangileri, yapacağın işler hangileri?..”
“Ali bey, evlenirken bütün bunları konuşmadık mı? Ne çabuk unutuyorsun. Sana tâ ilk günden ‘İkimiz de çalışıyoruz, bunun için evin bütün işlerini beraber yapacağız. Hatta çoğunu sen yapacaksın veya birilerine yaptırtacaksın’ demiştim. Bunların hepsini ilk günden kabul ettiğin halde, şimdi benden iş istiyorsun...”
Benzeri tartışmaları yaşayan ve bu konuşmaların yine mutad bir kavga habercisi olduğunu anlayan Ali bey, Hatice hanımın yaptığı gibi sert bir üslûbu kullanmadan, kırıcı olmamaya nefsini ikna etti. Ama o da bunun artık böyle gitmeyeceğini anlamış olmalı ki, kendini savunma kabilinden “Hanım, söylediklerinde doğruluk payı var... Ama lütfen kendini benim yerime koyar mısın? Çalıştığını, yorulduğunu elbette görüyorum... Bunun için elimden geldiği kadar sana yardımcı oluyorum. Ama sen de daha fazlasını benden isteme... Nerede görülmüş evin bütün işlerini erkeğin yaptığı? Böyle olacaksa biz niye evlendik? Ben sanki halen bekârlık hayatını yaşıyorum. Hatta evlendikten sonra sırtımdaki yük daha da arttı. Ayrıca bu ev sanki ikimiz için bir otel. Gündüzleri zaten ayrı yaşıyoruz. Akşam bir araya gelince de kavga gürültü... Söyler misin Hatice, böyle evlilik olur mu? Ne olacak bu halimiz?”
Beyinin bu sözlerini dinleyen Hatice hanım daha da sertleşerek; “Anlaşılan verdiğin sözleri unutmuşsun. Ve çalışan bir hanımla bu evlilik yürümeyecek. Rahatına düşkün bir erkeğin yapacağı en doğru evlilik, hiç çalışmayan bir ev hanımıyla olmalı. Tahminim sen de böyle düşünüyorsun. Eğer böyle ise, vakit geçirmeden boşanma dilekçelerini verelim.”
“Dilekçeleri verelim hanım, verelim” diyerek Ali bey de kararını verdi.
30.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|