Birbiri ardı sıra, hattâ bazan iç içe gelen zorluk ve engellerle dolu bir imtihan meydanı niteliğindeki dünya hayatında insanın şevkini kırıp onu tenbellik zindanına atacak en tehlikeli düşmanlardan ikincisi, hizmet ehlinin kendisini başkalarından, diğer hizmet arkadaşlarından farklı ve üstün görme duygusu.
Yeis engelini ümit kılıcıyla öldüren hizmet erbabı, bundan sonraki etapta bu hissin istibdadıyla karşı karşıya gelir. Hele başkalarında bulunmayan farklı meziyet ve kabiliyetlere sahipse, bu istibdada boyun eğme riski çok büyür.
Burada söz konusu “üstünlük” hissinden söz edilirken “istibdat” kelimesinin kullanılması çok manidar. Demek ki bu duygu, insanın iç âleminde şiddetli bir baskı ortamı oluşturuyor.
Bu baskıya teslim olan insan ne kadar zeki ve kabiliyetli olursa olsun, diğer hizmet erbabını kendisinden küçük görerek onları rencide ettiği için, şahs-ı manevînin haricine sürüklenir.
Ve kendini beğenmişlik duygusunun istibdadı altında, kendi kendisini tecrit edip yalnızlığa mahkûm edecek bir sürece girer. Bu tecrit halinin varacağı yer ise, zekâ ve kabiliyetlerini köreltecek zindan-ı ataletten başka birşey olmaz.
Meylü’t-tefevvuk, kendisini başkalarından farklı ve üstün görme hissinden kaynaklanan bu istibdat ve baskı tezahürleri için Üstad, “Müzahemetsiz (çekişmesiz) olan hakkın hizmetinin yerini zapteder, himmetin başına vurur, atından düşürttürür” ifadelerini kullanmakta.
Demek ki, burada ciddî bir eksen kayması oluyor. Asıl hedef hakka hizmet iken, üstünlük duygusu nazarları oradan çevirip “ene”ye döndürüyor ve bu durum hizmet ehli arasında çekişmelere yol açıyor. Ve sonuçta hakka hizmetin yerini, kendisini beğenmiş insanların ardı arkası gelmeyen kavga ve çatışmaları alıyor.
Bu kavgaların artarak devamı da, bir şekilde yatışması da bu sonucu değiştirmiyor: Şevkleri kırılan insanlar tenbellik zindanına atılıyorlar.
Himmeti şevk bineğinden düşürmek suretiyle hizmet ehlini yolundan alıkoyan bu düşmanı alt etmenin tek çaresi, hakka hizmetin aslını ve ruhunu oluşturan ve hayata da gerçek anlamını veren “rıza-yı İlâhî” hedefine yönelmek. “Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız” sözlerindeki mânâları yaşamak.
Hizmet sadece ve sadece Allah için yapılmalı ki, bu çeşit süflî hislere mağlûp olunmasın.
Allah’ın insana bahşettiği üstün meziyet ve kabiliyetler, ancak Onun yolunda, Onun rızası dairesinde kullanıldığı zaman anlam ve değer kazanır. Aksi takdirde sahibini yoldan çıkarır.
Kaldı ki, yaratılışı acz, fakr ve noksanlıklarla yoğrulmuş olan insanın, hiçbir şekilde üstünlük duygusuna kapılıp böbürlenmeye ve başkaları üzerinde tahakküm kurmaya asla hakkı yok.
Unutmayalım ki, mazhar kılındığımız bütün iyilikler Allah’tan, fenalıklar ise nefsimizdendir.
İşin bir diğer ciheti de şu: İhlâs Risalesi’nde anlatıldığı üzere, hakka hizmet büyük ve ağır bir defineyi taşıyıp muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlar, ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar, daha çok sevinirler. Üstünlük hissiyle onları dışlamak ve kıskanmak bir tarafa, bağırlarına basar, onların fazilet, meziyet ve hizmetleriyle samimane iftihar ederler.
Hakka hizmet için yapılanları rıza-yı İlâhî hedefine ulaştırıp muvaffak kılacak ihlâsa sahip yekvücut ve sarsılmaz bir şahs-ı manevî ruhunun teşekkül ettiği yerde hiç tenbellik olur mu?
Tam tersine, bir vücudun âzaları gibi birbirini tamamlayan, kusurlarını örten, noksanlarını ikmal eden, eksilerini değil, artılarını, yani Cenab-ı Hakkın bahşettiği haslet ve kabiliyetlerini ortak bir hedef ve ideal için istihdam-ı İlâhînin teşkil ettiği şahs-ı manevîye vakfeden hizmet erbabı, hiç eksilmeyen bir motivasyon kaynağına sahip oldukları için hep dinamik ve şevklidir.
Ferdî veya umumî çapta şevk kıracak sebeplere karşı en iyi sığınak da o şahs-ı manevîdir...
30.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|