Vaktiyle Uzan grubunun tetikçisi olarak iş görürken, 2002 seçimi sonrasında yapılan bir operasyonla el değiştiren ve özellikle son dönemde “AKP’ye fazla yakın”lığı ile çok konuşulur hale gelen bir gazetede, Ergenekon operasyonuna ilişkin orijinal yorumlarıyla dikkat çeken bir yazarın ilginç tesbitleri oldu.
25 Mart’taki Medyapolitik köşemizde aktardığımız yazıdaki tesbitleri kısaca hatırlatalım:
“Kapatma dâvâsıyla iktidar partisi ‘topal ördek’ durumuna düşürüldü. AB süreci baltalandı. Savcılar kuşatılarak Ergenekon operasyonunun önüne uzun bir bariyer çekildi ve daha derinlere ulaşması imkânı zayıfladı. Bu yasama döneminde yeni ve sivil bir anayasanın çıkarılması imkânsız hale geldi. Mevcut haliyle, bu parlamentodan yeni anayasa çıkmaz. AB reformlarının büyük ölçüde kesintiye uğraması kaçınılmaz.” (Şamil Tayyar, Star, 24.3.08)
Tayyar bu tıkanıklıktan çıkış yolunu, öncelikle ateşin düşürülüp, ardından erken seçime gidilmesinde görüyor. Ve mümkünse genel seçimle yerel seçimin birleştirilmesini, seçime kadar sadece âcil kanunların çıkarılmasını, diğerlerinin seçim sonrasına bırakılmasını öneriyor.
Tabiî, bu teklifler çözüm olur mu, tartışılır.
Ancak tesbitler daha önemli ve öncelikli.
İktidar partisi gerçekten “topal ördek” durumuna düşürüldü mü? Yani, hakkındaki kapatma dâvâsı, AKP’yi bundan sonra kıpırdayamaz ve köklü icraat yapamaz hale getirdi mi? Bu dâvâ sonuçlanıncaya kadar hükümet ve Türkiye eli kolu bağlı beklemek durumunda mı olacak?
AKP’nin dâvâ açıldıktan, yani iş işten geçtikten sonra gündeme getirdiği anayasa değişiklikleri Meclisten geçse bile bu durumu önler mi?
Görülmekte olan ve sanık olarak yargılandığı, için doğrudan kendisini ilgilendiren bir dâvânın seyrini ve bu dâvâdan çıkacak sonucu etkilemeye yönelik bir düzenleme yapma girişiminin isabetli olmayacağını söyleyenler sadece Kanadoğlu, Teziç gibi mâlûm hukuk fetvacıları değil.
AKP içinde, hattâ kabinede bile bunun yanlış olduğunu savunanlar, açıkça dile getirenler var.
Buna rağmen Başbakan ve AKP yönetimi bu yolda ısrar ederse partide de sıkıntılar olabilir.
Netice olarak, Başbakanın “İddia ettikleri gibi muktedir olsaydım, partime kapatma dâvâsını önlerdim” dediği dâvâ, AKP’yi hem iktidar olarak, hem de parti açısından son derece ciddî ve zorlu sınavlarla karşı karşıya getireceğe benzer.
RP 28 Şubat’ta kapatıldığında ilk sınavı geçmiş, kader ortağı olarak o günlere birlikte gelen millî görüş kadroları birlikteliklerini koruyabilmişlerdi. Ama ikinci kapatmada bu birlik dağıldı. Erbakan’la yollarını ayıranlar AKP’yi kurdu.
AKP, tıpkı ANAP gibi farklı eğilimleri temsil eden bir kitle partisi olmaya çalıştı. DP-AP-DYP çizgisinden gelenlere de, MHP kökenlilere de, soldan gelenlere de bünyesinde yer verdi.
Ama bu çeşit “toplama” siyasî yapıların, süreç içinde gelebilecek sarsıntılara ne ölçüde dayanıklı olduğu, bir soru işareti. İktidarken ve herhangi bir sıkıntı yokken birlikteliği korumak kolay; ancak sıkıntılar başladığında zorlaşıyor.
Bakalım, devran ne gösterecek?
AKP’yi parti olarak bekleyen sıkıntılar bir tarafa, AKP iktidarının üç yılı aşkın süredir ara verdiği AB sürecinin tamamen baltalandığına, Ergenekon savcısının daha ileri gidemeyeceği bir noktaya gelip dayandığına, bu dönemde yeni ve sivil bir anayasa yapmanın imkânsız hale geldiğine ilişkin tesbitler çok daha kaygı verici.
Buna ilâveten, bir de mâlûm tabular ve semboller üzerinden tırmandırılan bir gerilim var.
Önce TÜSİAD’ın, ardından diğer STK’ların başlattığı girişimler bu gerilimin yatışmasını ve normale dönülmesini netice verir mi? Belki.
Ama dönülse bile bu olup bitenler yaşanmamış, hiçbir şey olmamış gibi devam edilebilir mi?
Peki, bu gerilim ve krizlerden sonra oluşan durumu aşmak için önerilen seçime hazır mıyız?
27.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|