Son günlerde ‘uzlaşma’ çağrıları arttı. Elbette kavganın hiç kimseye faydası olmaz ve kavgada en çok zarar gören de millet olur. Ancak hangi konuda ‘uzlaşma’ sağlanmak istendiği de en az uzlaşma talebi kadar önemlidir.
Sivil toplum kuruluşlarının seslendirdiği ‘uzlaşma’dan; hak ve hürriyetler lehine yapılmak istenen çalışmaların ertelenmesi çıkacaksa, niyet bu ise bu ‘uzlaşma’ya itiraz edilir.
Bugün itibarıyla belki böyle bir niyetten bahsetmek yanlış olur. Ama böyle bir ihtimalin mümkün olduğunu da akılda tutmak gerekir.
“Tek başına, iş başına” gelen hükümet, zaman zaman buna benzer çağrılar yapıyordu. Meselâ, başörtüsü yasağının sona erdirilmesi noktasındaki taleplere “Durun hele, bir toplumsal mutabakat sağlansın yasak sona erecek” denildi. İlerleyen günlerde, ‘toplumsal mutabakat’ın sağlandığı görüldüğünde de bu defa ‘kurumsal mutabakat’tan söz edilmeye başlandı. Dile getirilen bu uzlaşma ve mutabakatlardan her defasında millet zarar gördü. Ertelenen ve ötelenen, her defasında hak ve hürriyetler lehine atılacak adımlar oldu.
Meselâ, son aylarda yeni ve sivil bir anayasanın yapılması arzusu dile getirildi. Millete zorla dayatılan bir ihtilâl anayasasının hâlâ yürürlükte olması başlı başına bir handikap. İktidara gelen her hükümet, bu anayasanın değişmesi gerektiğini ifade etti. Nitekim, onlarca belki de yüzlerce maddesi zaten değiştirildi. Fakat anayasanın temel anlayışı hak ve hukuku öncelemediği için, yapılan kısmî değişiklikler derde deva olmadı. Nihayet 12 Eylül ihtilâlinin hediyesi olan bu anayasadan kurtulmak gerektiği noktasında millet nezdinde mutabakat sağlandı.
Mutabakat, sadece millet nezdinde değil; çeşitli görüşlere mensup siyasetçi ve aydınlar nezdinde de sağlanmıştı. Geriye dönüp baktığımızda, bugün anayasa değişikliğine karşı çıkan bazı kurum ve kuruluşların geçmiş yıllarda aynı anayasada değişiklikler istediği ve bu konuda çeşitli raporlar yazdığı da bir vakıa.
Tam da ‘ihtilâl anayasasından kurtulacağız’ derken; öyle bir fırtına estirildi ki, bundan sonra adı ‘sivil’ bile olsa milletin arzu ve isteklerine cevap verecek bir anayasa yapma ihtimali çıkmaza girdi. Geçmiş yıllarda anayasayı değiştirmek için çalışanlar, bu tefa ihtilâl anayasasına sahip çıkmaya başladı.
Önce toplumsal mutabakat, sonra da kurumsal mutabakat bekleyerek gelinen noktaya baktığımızda, ertelenenler millet nezdinde yapılması gereken düzenlemeler olduğu anlaşılıyor. Güya anayasa değişikliği yapılarak başörtüsü yasağının önündeki engeller kaldırıldı. Peki, bugün itibarıyla durum ne? Yasak fiilen devam ettiği halde, sanal olarak kalkmış, sona ermiş gibi bir izlenim var. ‘Yasak sona ersin’ çağrılarını duyan bile yok.
Eğer dile getirilen ‘uzlaşma’dan yine bu mânâda neticeler çıkacaksa yanlış olur. Tartışma olmasın, uzlaşma olsun; ama bu uzlaşma, haksızlıkların ve yasakların sona ermesi noktasında gerçekleşsin.
Birileri ‘uzlaşma’dan milletin kendi hak ve hürriyetlerinden vazgeçmesini anlıyorsa, milletin bu şekildeki bir uzlaşmaya yanaşmayacağı bilinmelidir.
27.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|