Afrika kıt’ası, geri bırakılmış olmanın sancısını çekiyor. Yeraltı kaynakları bakımından zengin olsa da, “Asya münafıkları ile Avrupa’nın dessas zalimleri” bu imkânları, kıt’ada yaşayanların elinden almış ve koca kıt’ayı fakir fukara haline getirmiş.
Sudan, Afrika kıt’asında yer alan ve toprak büyüklüğü bakımından Türkiye’den 3 kat daha büyük bir ülke. Bu büyüklüğüne rağmen, fakir ve fukaralığa mahkûm edilmiş bir ülke.
Tarihî bilgilere göre, Araplar bu ülkeye geldiğinden “Siyahlar ülkesi” anlamında “Bilad-us Sudan” demişler, ancak ilerleyen yıllarda sadece Sudan denilmeye başlamış. Sudan’ın maddî ve manevî pek çok problemleri var. 40 milyon civarındaki nüfusun büyük çoğunlu (yüzde 80’e yakını) Müslüman, yüzde 10’a yakını Hıristiyan ve kalan kısmı da değişik inançlara mensup durumda.
İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı’nın (İHH) davetlisi olarak kalabalık bir gazeteci grubuyla Sudan’dayız. Nasip olursa Pazartesi günü Türkiye’ye dönmüş olacağız. Sudan seyahatinin sebebi, İHH’nın öncülüğünde bu ülkede bir ‘katarakt ameliyat merkezi/hastahanesi’ kurulmuş olması. Niçin Sudan ve niçin katarakt sorusu akla gelebilir. Bunun da uzun uzadıya izaha ihtiyacı olabilir, ama kısaca, ‘katarakt’ın ameliyatla tedavi edilebilecek bir tür ‘körlük’ olduğunu ve Sudan’da bu hastalığa yakalananların 2 milyonu aştığı hatırlanırsa, Sudan’daki vahim durum anlaşılır.
3 günlük bir ‘gözlem’le etraflıca değerlendirme yapmak elbette yanıltıcı olabilir. Ancak Sudan’ın geleceğinin parlak olacağını söylemek zor değil. Pek çok eksiğine rağmen, son yıllarda turizm yatırımlarında gözle görülen bir artış olduğu ifade ediliyor. Nil Nehri kenarında yükselen oteller, bu gelişmenin en bariz misali. Aslında bütün İslâm ülkelerinde olduğu gibi Sudan’da da ortak problemler var. Yine her dünya ülkesinde olduğu gibi Sudan’da da zengin-fakir arasında uçurumlar var. Tabiî bu durum, sadece İslâm ülkelerinin değil, bütün dünyanın problemi. Dünyanın kaynakları bütün insanlığa fazlasıyla yetebilecekken, hırs sebebiyle zenginler daha çok pay alıyor, fakirler ise bir anlamda ölüme terk ediliyor. Elbette zengin ve fakir arasında bir gelir ve seviye farkı olacak, ama bu fakirlerin ölümle karşı karşıya kalmasını sonuç vermemeli.
Sudan’da da 4 çarpı 4 araçlar caddeleri süslerken, öte yanda ‘asırlık’ arabalar da göze çarpıyor.
Belki de Sudan’ın yapabileceği ama nedense ihmal ettiği bir durum daha var: Nil-i Mübarek’den (Nil Nehri) yeterince istifade edememesi. Nil Nehri denince akla Mısır geliyor. Oysa Sudan bu konuda en az Mısır kadar avantajlı. Üstelik Nil Nehrinin iki ayrı kolu olan ‘Beyaz Nil’ ve ‘Yeşil Nil’ tam da Sudan’ın başşehri Hartum’da birleşerek Mısır’a doğru akıyor.
Hartum’da Nil Nehri üzerinde sadece küçük ‘kayık’ gezileri yapılıyor ki, bunu ‘Nil Nehrinden istifade etmek’ şeklinde yorumlamak imkânsız. Gördüğümüz kadarıyla Nil’den sulama anlamında da gereği gibi istifade edilemiyor. Kısa Nil turumuz esnasında çok sınırlı sayıda sulama motorlarının çalıştığına şahit olduk ve bereketli Nil’in bir anlamda boşa aktığına kanaat getirdik. Hartum’un merkezindeki güzel bir camide edâ ettiğimiz Cuma namazı ise ayrı bir lezzet verdi. Kelime kelime anlamasak da, cami imamının verdiği hutbede ‘ortak değerler’den bahsettiği anlaşılıyordu. Bir şey daha dikkatimizi çekti: Hartum’da da camileri dolduranlar arasında çok sayıda genç var. ‘İhtida öyküleri’ne camiler de şahitlik ediyor. Cuma namazı sonrası bir Hıristiyan genç İslâma teslim oldu ve bu ‘tören’ de ayrı bir şevk unsuru oldu. Demek ki Sudan’da ihtidalar müftülüklerde değil, camilerde, halkın gözü önünde icrâ ediliyor. Aslında güzel bir uygulama. Aynı şey Türkiye’de yapılsa şevke medar olmaz mı?
Genelde İslâm dünyanın, özelde Sudan’ın da çok problemleri var. Ama ümitvârız. Sudan da ‘su’dan sebeplerle engellenmezse, kısa sürede zengin, huzurlu ve müreffeh bir ülke olabilir.
30.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|