Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Şahs-ı mânevî olabilmek



Şahıs ve şahs-ı mânevî…

Şahsı; kişi, kimse, insanın cismi, benliği diye tarif eder lûgatiyyun.

Şahs-ı mânevî için de; “Bir şahıs olmadığı hâlde kendisine şahıs muâmelesi yapılan müessese, şirket, cemiyet, cemaat veya bir topluluğun taşıdığı mânevî kuvvet ve meziyetler” der.

Şahs-ı mânevî, bazı ortak değerler etrafında toplanıp kendini o değerlerle ifade eden şahıslardan meydana gelir. Şahıs da, şahs-ı mânevîde fâni olarak hayatına mânâ kazandırır.

Şahıs, şahs-ı mânevîsiz olsa da, şahs-ı mânevî şahıssız olmaz.

Bir şahs-ı mânevînin teşekkül etmesinde şahısların kemiyeti de mühimdir ama esas olan keyfiyettir. Şahs-ı mânevîler, kendilerini meydana getiren şahısların kemiyetlerinden ziyade keyfiyetleri nisbetinde kuvvetli addedilirler.

İçtimâî topluluklarda kemiyet bedeni, keyfiyet aklı, fikir ve değerler de ruhu teşkil ettiğinden, birliğin kuvvetli bir şahs-ı mânevî hâline gelebilmesi için üçünün intizam ve insicam içinde işlemesi gerekir.

Bu itibarla şahs-ı mânevîyi meydana getirecek olan şahısların hem varlıklarının esası olan değerler üzerinde ferdî gayretleriyle çalışıp didinerek keyfiyet kazanmaları, hem de şahs-ı mânevî içinde kemiyetten bir fert gibi fâni olmaları icabeder.

Bunu yapmak şahsa zor gelse de şahs-ı mânevînin teşekkülü için zaruridir. Zaten şahs-ı mânevî de ancak o fedakârlığı gösteren şahısların meziyetlerinin mezcolması sayesinde şekillenir.

İşte, Nurlarla Nur talebeleri arasında meydana gelen böyle bir insicamın neticesinde teşekkül etmiştir, Rîsâle-i Nur’un ‘Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı ve büyük bir havuzu’ andıran şahs-ı mânevîsi.

***

‘İnsan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâları’ olmak!..

Nur Hareketi içinde yer alan her ferdin hayat gayesinin ve hizmet hedefinin ifadesidir Said Nursî’nin, Nur Talebesinin vasıflarını tasrih etmek için söylediği bu cümle.

Bu uhrevî hedef, fertler tarafından seçilse de ferdî gayretle ulaşılabilecek bir mazhariyet değildir. O sıfata sahip olmanın ilk merhalesi, ferdî zaafları olabildiğince azaltarak insan-ı kâmil vasfı kazanmaktır.

İnsan, kemâlât merdiveninin mânevî basamaklarında yükselmeye başladıktan sonra bakış açısı insanlığı içine alacak şekilde genişler, nazarı cemiyeti kucaklar ve kendinden ziyade onlar için çalışmayı varlığının esası sayar.

Fakat bu hassasiyet, o mânevî şahsiyetin âzâsı olmaya yetmez. Çünkü böyle bir mensubiyet hisseden ferdin, insanlara faydalı olabilmesi için cemiyetin problemlerini bilmesi, çarelerini bulması ve âzâsı olduğu şahs-ı mânevî adına arz etmesi gerekir.

Bu zamanda onu başarmanın yolu da Nur Talebesi olmaktan ve Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisi içinde yer alarak onun cihanşümul hitabına bir nebze de olsa güç vermekten geçer.

Çünkü Said Nursî’nin de ifade ettiği gibi “Risâle-i Nur, bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşididir. Bu risâleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da madem Risâle-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.”

Nur Hareketi; dost, kardeş, talebe gibi birbiri içinde işleyen mütedahil dairelerden müteşekkildir. Bu harekete mensup olanlar da içinde bulundukları dairelere göre bazı sıfatlar alırlar.

Bediüzzaman’ın, Nur hizmetine girmek isteyen bazı kişileri kardeşliğe kabul ederken onların kendilerinin talebe olmaya çalışmalarını istemesi, bu hareketin merkezinde ‘talebe’ dairesinin olduğunu, oraya da ancak kişilerin sadakatle çalışmaları sayesinde girebileceklerini göstermektedir.

Bir kişinin Nur Talebesi sıfatını kazanabilmesi için “Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıkması ve en mühim vazife-i hayatiyesini onu neşir ve hizmeti bilmesi” gerekir.

Bu hasletleri yaşayarak Nur Talebesi sıfatını alan kişiler de hizmetteki sadakatleri, gayretleri, feragatları ve fedakârlıkları nisbetinde makbul ve muteber sıfatlar kazanırlar.

Zaten Said Nursî’nin “Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerin şahs-ı mânevîsi ‘ferîd’ makamına mazhar oldukları için değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyetle Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğu gibi onun hükmü altına girmeye mecbur değil” sözleri ile de ifade ettiği gibi Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini ancak o sıfatları taşıyan Nur talebeleri temsil edebilir.

Nur hareketi içinde, dost dairesinde sayılanların sayısı milyonlara, kardeş dairesine mensup olanlarınki yüz binlere bâliğ olsa da, talebe dairesine girenlerin adedi ancak yüzlerle ifade edilebilir.

Hayatını Nur hizmetine vakfederek Bediüzzaman’dan ‘saff-ı evvel, has, hassü’l-has, vâris’ sıfatlarından birini alıp Risâle-i Nur’un mânevî şahsiyetini temsil etme hasleti kazanan kişilerse beşi, onu geçmez.

Said Nursî’nin “Bu dünyada benim için medâr-ı tesellî sizlersiniz ve hakkınızda büyük ümitlerimi doğru çıkardınız. Cenâb-ı Hak sizden ebeden râzı olsun” diyerek sena ettiği o insanlar, bu zamana kadar Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini hakkıyla temsil etmişlerdir.

Lâkin ‘Büyük ve bâki hakikatler, fâni ve âciz şahsiyetler üstüne binâ edilemeyeceğinden’ bu ebedî dâvânın mânevî şahsiyetini temsil etme vazifesi sadece o şahıslara münhasır değildir.

Eğer öyle olsaydı, temsil ettikleri şahs-ı mânevînin tesir sahası da onların bulundukları mekânlarla, yaşadıkları zamanlarla ve muhatap oldukları insanlarla sınırlı kalır, onlar ahirete irtihal ettikçe o manevî şahsiyetin tesiri azalır, bir süre sonra da tamamen kaybolurdu.

Halbuki bizzat müellifinin tasrihiyle “Risâle-i Nur külliyâtı, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek bir mu’cize-i Kur’âniyedir.” Elbette böyle cihanşümul ve ebedî bir hareketin, mânevî şahsiyetinin hükmü de o nisbette umumî olacaktır ve uzun sürecektir.

Nitekim, Said Nursî’nin sena ettiği saf-ı evveller hayata veda ettikçe onların yerini, onlar kadar sadık, sebatkâr, gayretli ve hizmet ehli müdebbirler aldılar ve hizmetin inkişafını sağladılar.

Gerçi yeni kuşak Nur talebeleri Üstadı görüp hizmetinde bulunma şerefine mahzar olmadıklarından ‘has, hassü’l-has’ gibi herhangi bir sıfat almamışlardı. Ama onların da en az o sıfatlar kadar ulvî bir mazhariyetleri vardı.

Üstelik bu mazhariyet de sadece onlara has değildi. Geçmişte olduğu gibi hâl-i hazırda ve gelecekte de Nur hareketi içinde hizmet etmek isteyen her insan, o uhrevî hazlara mazhar olabilirdi.

Zîra, “Talebe ise, Kur’ân-ı Hakim’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır. Her sabah mütemadiyen ismiyle, bazen hayaliyle yanımda hazır olur, hissedar olur” demişti Bediüzzaman.

Aslında bu cümleler bir temenninin veya teşvik ifadesinin tezahürü değildi. Bediüzzaman Said Nursî, öldükten sonra da tasarrufu devam eden büyük evliyalardan biri olması hasebiyle muhtemelen bazı talebeleri ile mâneviyât âleminde sık sık görüşüyordu.

Onun için bu mânevî münasebet vesilesiyle kendini ona yakın hisseden ve her sabah onunla görüşüp duâsını aldığını düşünen Nur talebelerinin nezdinde bu iltifata mazhar olmak, o sıfatları taşımak kadar muteberdi.

Onlar da Nur hareketinin müessisi, hasları ve saff-ı evvelleri gibi büyük zorluklar çektiler, emsâlsiz zulümlere, eziyetlere, işkencelere maruz kaldılar, sebepsiz gayza, gadre uğradılar. Bazıları ferdî olarak bu gibi sıkıntılara katlanmakla kalmadı, aileleri ile birlikte en yakınları tarafından bile horlandılar, yadırgandılar, maddî mânevî pek çok mağduriyetler yaşadılar.

Buna rağmen yılmadılar. ‘Kendi malları ve telifleri’ olarak kabul ettikleri Risâle-i Nur’un intişarını hayatlarının gayesi addettiler ve her ezaya, cefaya katlanıp her meşakkate göğüs gererek hedeflerine doğru kararlı adımlarla yürüdüler.

Yolcusu da, yoldaşı da, haramisi de insanlardan meydana gelen ve zahiren zevki kadar zorluğu da olan bu yürüyüşün hedefi insanlarla muhatap olmaktı. İnananların imanlarını kuvvetlendirmek bir adım, inanmayanların imanlarını kurtarmalarına vesile olmaksa merhale idi.

Onlar sık sık o adımları attılar, o merhaleleri yaşadılar ama hiç birini şahıslarına mâl etmediler. Hizmet içinde yaşadıkları ihlâsın, samimiyetin, şevkin ve gayretin tezahürü olan bu mesuliyet hissiyle şahs-ı mânevîyi temsil ettiler.

Daha sonra onları yenileri takip etti. Onlar da öncekiler gibi değişik fıtratta ve farklı mizaçta insanlardı. Farklılığın tezahürü olan şahsiyetlerini, enaniyetlerini terk ederek şahs-ı mânevînin bir âzâsı olmaya çalıştılar.

***

Şahs-ı mânevîye kuvvet vermek…

Başlangıçta hepsinin maksadı buydu. Yaptıkları her işi münhasıran temsil ettikleri mânevî şahsiyetin adına yaptıkları için de ondan kuvvet almak gibi bir niyetleri yoktu.

Fakat bazıları farklılıklarını içtimâî zenginlik sayarak korumak isteyince, kendilerini o fıtratlara yakın hissedenler onların etrafında toplandılar ve birlikte hareket etme temayülü içine girdiler.

Zâhiren büyüme, gelişme, yayılma gibi görünen bu münferit ve müstakil hareket etme zaafı, zamanla fertleri de grupları da birbirinden soğutup şahs-ı mânevîyi zayıflatmaktan başka bir netice vermedi.

Said Nursî’nin, “Zayıfların cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi kavî, kavîlerin cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi ise zayıftır” sözleri ile de ifade ettiği gibi hepsi kendilerini kuvvetli olarak görüp başkaları ile ittifaka ihtiyaç hissetmediklerinden gittikçe zayıfladılar.

Buna mukabil, kendilerini zayıf hisseden ehl-i dalâlet mensupları, umumî meselelerde birbirleri ile ortak hareket ederek güçlü bir şahs-ı mânevî meydana getirdiler ve bazı sahalarda ehl-i hakikate karşı galip gelmeye başladılar.

Bunu gören bazı şahıslar ve gruplar farklılıklarını muhafaza etmekle birlikte, câmiâyı ilgilendiren umumî meselelerde diğerleri ile müşterek hareket edebilecekleri ortak bir zemin teşekkül ettirmeye çalıştılar.

Çeşitli vesilelerle yapılan anma toplantıları, seminerler, açık oturumlar, paneller, Risâle-i Nur’u anlayıp anlatma sempozyumları ve benzeri faaliyetler ‘müfritâne irtibat’ için mümbit bir zemin oldu.

Bu faaliyetler her sene muayyen zamanlarda ve çeşitli yerlerde yapıldıkça, Nur hareketi içinde bir misyonu ifa eden bazı gruplar kemiyet şeklinde de olsa o toplantılara katılmayı hizmet telâkki ettiler.

İttihadı, tesanüdü intaç eden bu hareketi sadece Allah rızası için, hâlis bir niyetle ve samimiyetle yaptıklarından, mensubu oldukları şahs-ı mâneviye kemiyetlerinden çok daha büyük güç verdiler.

Zira, “Niyet-i hâlisenin dahi kerâmeti vardır. Samimiyetin dahi kerâmeti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddi, samimî tesanüdün çok kerâmetleri olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir veli-i kâmil hükmüne geçebilir, inayâta mazhar olur.”

30.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (23.03.2008) - ‘Zaman, cemaat zamanıdır’

  (16.03.2008) - İstiklâl Marşı'nın tahlili (2)

  (09.03.2008) - İstiklâl Marşının tahlili (1)

  (02.03.2008) - Emir Sultan dervişleri

  (24.02.2008) - Duvar değil, direk olmak

  (21.02.2008) - 'Allah bize yeter'

  (10.02.2008) - II. Abdülhamid Hanın hatıraları

  (03.02.2008) - Şiir ve iklim

  (27.01.2008) - ‘Hakikatli bir rüya’

  (20.01.2008) - Bir hânedânın serencâmı (2)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri