e-eğitim üniversitelere alternatif sunuyor mu?
Hayatımızda internetin daha fazla yer almaya başlamasıyla birlikte, internet üzerinden eğitim hizmetlerinin sunulabilmesi ile ilgili çalışmalar hız kazandı. Günümüzde evden hiç çıkmadan, internet üzerinden yabancı dil, üniversite, girişimcilik, bilişim, sertifika ve meslekî eğitim almak mümkün hale geldi. Bütün bu hızlı gelişim, internetin üniversitelere alternatif olup olmadığı tartışmalarını alevlendirdi. Her yıl üniversite önlerindeki yığılma ve öğrencilerin durumu göz önünde bulundurulduğunda, e-öğrenme konusunun ülkemiz gençliği için de son derece önemli olduğunu görüyoruz.
E-eğitim (web tabanlı eğitim WBT, e-öğrenme, online eğitim) konusunda araştırma yapan araştırmacı ve eğitimcilerin bir bölümü, internetin gelecekte çok etkili ve vazgeçilmez bir eğitim aracı olduğunu düşünmektedir. Kütüphanelerin elektronik ortama alınması, e-devlet, e-ticaret uygulamaları ve internet paylaşım siteleri bu açıdan dikkat çekmektedir. Bununla birlikte okulda verilen eğitimin kalitesinin, katılımın ve verimliliğin internet üzerinden gerçekleştirilen eğitimlerle sağlanamayacağını ve öğrencilerin motive olmakta sıkıntı yaşayacaklarını düşünenler de vardır.
E-öğrenmede bir başka tartışma konusu da üniversitelerin bilgi birikimlerini dünyaya açmaya hazır olup olmadıkları noktasında. Ülkemizdeki teknolojik gelişim e-eğitimi uygulamaya başlayan ülkelere yakın düzeydedir. Ancak online eğitimin hayata geçirilebilmesi için dikkatli bir çalışmayla alt yapının hazırlanması gerekmektedir. Alt yapının hazırlanması da ancak öğretmenlerin alt yapıyı oluşturacak bilgi ve tecrübeye sahip olmasıyla imkânlıdır. E-eğitim (elektronic learning) çalışmalarına öncelikli olarak başlayan ve eğitimlerin bir bölümünü ücretsiz olarak kullanıcıların hizmetine sunan üniversiteler dünya genelinde kısa sürede kendini duyurabilmektedir. Türkiye’de de önlisans ve yüksek lisans programlarında (ülkemizde lisans düzeyinde e-eğitim yapısı mevcut değil) e-eğitim veren üniversitelerin daha fazla dikkat çektiğini unutmamalıyız. Yükseköğretim kurumlarının e-öğrenme projelerine öncelik verebilmeleri için yönetim sistemiyle desteklenmesi çok önemlidir.
Üniversite öğretim görevlileri e-eğitimi, okulda verilen eğitime yardımcı olmak amacıyla kullanmaktadır. Derse gelemeyen öğrenciler, öğretmenin internet ortamına aktardığı dersi izleyebilmekte, aynı şekilde öğretmen derse gelemediğinde öğrencilerin dersi takip edebilmesini sağlamaktadır. Böylece öğretim görevlileri araştırma çalışmalarına daha fazla zaman ayırabilmektedir. Ayrıca öğrenciler sadece kendi okullarındaki akademisyenlerin deneyimleriyle yetinmeyip, başka üniversitelerdeki ya da yurt dışında tanınmış öğretmenlerin bilgilerinden de yararlanabilmektedirler.
Üniversitelerde verilen bazı eğitimler çok karmaşık bilgiler içermektedir ve bu eğitimleri internet üzerinden izleyerek öğrenmek kolay olmamaktadır. Bu durumda öğrenciler, okulda öğrendiklerini destekleyici mahiyette e-eğitimden yararlanmaktadırlar. İnternette çok sayıda bilgi mevcuttur ve bu bilgilerin pek çoğunun doğruluğu konusunda şüpheler vardır. Öğretmenlerin e-eğitim katkılarıyla internetteki bilgilerin kalitesi ve güvenirliği artabilecektir. E-eğitimin örgün öğretime alternatif olarak ortaya çıktığını söylemek zordur. Yine de deney ve laboratuvara ihtiyaç duyulmayan (Fizik, Kimya, Biyoloji, vb alanlarda deney ve laboratuvar gereklidir) alanlarda üniversiteye alternatif olduğunu söyleyebiliriz.
E-öğrenme günümüzde daha çok asenkron olarak gerçekleşmektedir. Görüntü ve ses sistemlerindeki yeni gelişmeler ve iletişimdeki ilerlemeler sayesinde önümüzdeki zamanlarda senkron eğitimin de yaygınlaşacağını ve örgün öğretime olan talebin azalacağını öngörebiliriz. İnternet üzerindeki video ve bilgi paylaşım siteleri (teacher tube vb) e-öğrenme sistemlerinin gelişimi konusunda faydalı olmaya, dikkat çekmeye başladılar bile. Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle sevgiyle kalın…
Faydalı bağlantılar:
* Eğitim çözümlerinde yeni bir yaklaşım: e-eğitim/Mustafa Oğuz, 2006: (http://yeniasya.com.tr/2006/09/26/egitim/default.htm)
* Şirketler ‘e-eğitime’ öncelik veriyor/Mustafa Oğuz, 2007. (http://www.yeniasya.com.tr/2007/06/05/egitim/default.htm)
|
MUSTAFA OĞUZ
01.04.2008
|
|
Dershaneler mercek altında
Velilerin yüzde 23,48’i, ÖSS ve OKS gibi sınavlara hazırlanmada en etkili yöntemin “okul” olduğunu düşünüyor. Sınavlara hazırlanmada en etkili yöntemin ‘‘dershane’’ olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 49.47 oldu. Öğrenci velilerinin yüzde 33,79’u da dershane seçiminde “dershane başarısının önemsendiğini” belirtti. Ankete katılan velilerden, dershanelerin kapatılarak okula dönüştürülmesini isteyenlerin oranı yüzde 76,43, dershanelerin en yararlı hizmetinin “üniversite tercihleri” olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 77,50 oldu. ‘‘Öğrencinin dershaneye gitmesinin en önemli sebebi ne?’’ sorusuna velilerin 74.19’u ‘‘Okuldaki eğitimin yetersizliği’’ni gerekçe gösterdi. Velilerin yüzde 42,79’u özel dershaneleri “parası olmayan dershaneye gidemiyor” gerekçesiyle istemezken, yüzde 82,63’ü “dershanelerin aldıkları ücreti hak etmediklerini” belirtti.
EĞİTİM ÇALIŞANLARI,
ÇALIŞMA ŞARTLARINDAN MEMNUN DEĞİL
Türk Eğitim-Sen, eğitim çalışanlarının sosyo-ekonomik durumunu gözler önüne sermek amacıyla anket çalışması gerçekleştirdi. Ankete katılanların yüzde 83.6’sı aylık geliriyle geçimini sağlayamadığını, yüzde 16.3’ü ise geliriyle geçimini sağlayabildiğini belirtti. Eğitim çalışanlarının yüzde 67.5’i ek iş yapmadığını ifade ederken, yüzde 32.4’ü ek iş yaptığını belirtti. “Her gün en az bir gazete okuyabiliyor musunuz?” şeklinde yöneltilen soruda eğitim çalışanlarının yüzde 74.7’si her gün en az bir gazete okumadığını belirtirken, yüzde 25.2’si her gün en az bir gazete okuduğunu ifade etti. Eğitim çalışanlarının yüzde 64.3’ü ekonomik sebepler, yüzde 15.7’si basın-yayın kuruluşlarına güvenmediğinden, yüzde 6’sı da istediği gibi gazete bulamadığından her gün gazete okumadığını söyledi. Bu soruya diğer cevabı verenlerin oranı yüzde 13.8’dir. Ankete göre hizmet içi eğitim alanların oranı sadece yüzde 27.4’tür. Eğitim çalışanlarının yüzde 78.9’u sosyal aktivitelere katılmazken, yüzde 21’i sosyal aktivitelere katılmaktadır. Anket sonuçlarına göre, çalışanlarının yüzde 36.2’si çocuğunun doktor, yüzde 12’si mühendis/mimar, yüzde 10.5’i öğretmen, yüzde 8.1’i avukat, yüzde 5.7’si akademisyen, yüzde 5.1’i bankacı, yüzde 2.5’i polis olmasını isterken, ankete katılanların yüzde 18’i diğer seçeneğini işaretledi.
|
01.04.2008
|
|
Duygusal zekâ kullanarak medyayı anlamak
Medya okuryazarlığı olgusu bireyin kitle iletişim araçlarıyla olan pasif ilişkisini aktif duruma dönüştürmeyi hedeflerken, ticarî medya kültürünün özelleşmiş yapısına ve geleneklerine karşı çıkma yeteneğini sağlayan eleştirel bakışın güçlendirilmesini ve yeni bireysel söylemlerin geliştirilmesini amaçlamaktadır. Medya okuryazarlığı kitle iletişim araçlarını ön plana alırken, bunların bilgilendirme ve eğlendirme özelliğinin nasıl işlediğini açıklamakta ve bu süreçte anlamın nasıl üretildiğini, nasıl örgütlendiğini ve nasıl yapılandırıldığı ile ilgilenmektedir.
DUYGUSAL ZEKÂ OKUR YAZARLIĞINDAN
MEDYA OKUR YAZARLIĞINA
Var olan gerçeklikle medyada sunulan gerçeklik arasındaki fark ne kadar erken yaşta öğrenilirse medyanın bireyler üzerindeki olumsuz etkileri o derece azalmaktadır. Medya okuryazarlığının amacı, bireylere temel olarak medyadan gelen enformasyonun öznel, dikkatlice seçilmiş ve kurgulanmış bir yeniden üretim olduğunu anlatmaktadır. Özellikle reklam metinlerinde ve filmlerinde kullanılan retoriğin, müziğin ve görüntülerin çağımız insanının tüketim iştahını sömürmek üzerine inşa edildiği bilinmektedir. Medya okuryazarlığının bir diğer amacı da, kitle iletişim araçlarını merkeze alarak, mesajların kitleler tarafından nasıl tüketildiğini vurgularken, aynı zamanda mesajların nasıl ve hangi amaçla yapılandığı üzerinde de durmaktır. Teknolojik efektler, bilgisayar grafikleri, çok boyutlu görüntüler, müzik, kamera hareketleri medyanın insanlar üzerinde oluşturduğu duygusal etkiyi artırmak için kullanılmaktadır. Bireyin duygusal zekâ gelişimi, duygulara ilişkin ciddi bir eğitimi, gözlemi ve bilinçlenmeyi gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda duygusal anlatımları anlama ve okuma becerisi olarak da tanımlanabilen duygusal zekâ okuryazarlık düzeyi, dünyayı ve aktarılan mesajları yararlı biçimde algılamayı ve anlamlandırmayı sağlamaktadır. Günümüzde medya hem duygusal okuryazarlık gelişimini etkileyen, hem de duygusal zekâ iletisi taşıma rolü üstlenen önemli kanallardan birisi haline gelmiştir. Medya aracılığıyla ortak bir kültür oluşturulurken, bireyin kendini bu kültüre dahil etmesine yol açan, semboller, mitler, kaynaklar ve medya aktörleri bireylerin hayatlarına ayrı bir şekil vermektedir. Bilim adamları mesaja erişim, onları çözümleme ve değerlendirme becerisi olarak adlandırılabilen medya okuryazarlığının kazanımı için de tıpkı duygusal okuryazarlık kazanımı gibi ciddi bir eğitim, gözlem ve bilinçlenmeyi gerekli bulmaktadır.
Bu doğrultuda mesaja erişim, onları çözümleme ve değerlendirme yeteneği olan medya okuryazarlığının bireyin duygusal okuryazarlık gelişiminde de etkili olabileceği varsayımından hareketle; medya ve duyguları okumak ve duyguları üreten medya ortamında bu iki alan arasındaki yakın ilişkiyi irdelemek kanımızca, en az teknik ve entelektüel alanla ilgili çalışma ve analizler kadar önemli bir değer alanıdır. II. Uluslararası Duygusal Zekâ ve İletişim Sempozyumu bu alandaki önemli boşluğu doldurmak yolunda atılmış bir adımdır.
“II. Uluslararası Duygusal Zekâ ve İletişim Sempozyumu”na tanınmış sosyal bilimciler katılacak. Ege Üniversitesi tarafından geçtiğimiz yıl 1’incisi düzenlenen Uluslararası Duygusal Zekâ ve İletişim Sempozyumu’nun 2’ncisi 11-13 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek. Bu yılki sempozyumun organizasyonunu Ege Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesi birlikte üstlendi. Ayrıntılı bilgiyi (http://iletisim.ege.edu.tr/eq/) web adresinden alabilirsiniz.
|
01.04.2008
|