Siyaset cereyanları sizi tefrikaya atmasın
Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin. “El-hubbu fillah ve’l-buğzu fillah” (Allah için sevmek, Allah için buğz etmek - Buharî, Îmân: 1.) düstur-u Rahmanî yerine (el-iyazü billâh) “El-hubbu fi’s-siyaseti ve’l-buğzu li’s-siyaseti” (Siyaset için sevmek, siyaset için buğz etmek) düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin.
Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir sûrette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hadisatına merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” mânâsındaki “Er-razî bi’z-zarari lâ yunzeru lehû” kâide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.
Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.
Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemal-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.
İşte buna binâen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risâle-i Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.
Kastamonu Lâhikası, s. 88-89
tefrika: Ayrılık, bölünme.
ittihat: Birlik, birleşme.
dalâlet: Hak ve hakikatten, dinden sapma, ayrılma.
fırka: Grup, parti, topluluk.
düstur-u Rahmanî: Allah’ın Rahmanî düsturu.
el-iyazü billâh: Allah’a sığınırız, Allah korusun.
düstur-u şeytanî: Şeytana ait prensipler, kaideler.
elhannâs: Sinsî şeytan.
selâmet-i kalb: Kalbin korku ve kötülüklerden kurtulması.
istirahat-i ruh: Ruh istirahatı.
küre-i arz: Dünya.
ehl-i dalâlet: Doğru ve hak yoldan sapanlar.
rahmet-i umumiye-i İlâhiye: Allah’ın umumi rahmeti.
hikmet-i tamme-i Sübhâniye: Kusursuz ve noksansız olan Allah’ın her şeyi bir maksat ve gayeyle yaratmış olması.
nev-i beşer: İnsanoğlu.
rikkat-i cinsiye: Cinsî şefkat, insanın kendi cinsinden olana acıması.
elzem: Çok lüzumlu, en lüzumlu.
selb: İptal etme. Kaldırma, giderme.
ehl-i tevekkül ve rıza: Allah’a tevekkül edip; bağlanıp kadere razı olanlar.
iman-ı tahkikî: Tahkiki iman, imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve bürhan ile inanma.
kemal-i hikmet: Hikmetin mükemmelliği.
cemâl-i adalet: Adaletin güzelliği.
|