Dünden devam
Ubeyd, Bediüzzaman’ın büyük ablası Durriye Hanımın tek oğludur. Bediüzzaman Hazretleri’ne küçük yaşlarda talebe olmuş; Van’da, Başet Dağı’nda kaldığı yıllarda onunla birlikte olmuştur. Bu birliktelik, Birinci Cihan Harbi’ne kadar devam etmiştir. Birinci Cihan Harbi’nde Bediüzzaman Hazretleri’yle birlikte Bitlis deresinde Rus ve Ermeni kuvvetleriyle çarpışarak şehid olmuştur. Ubeyd’in Ruslarla çarpıştığı ve çarpışma sırasında şehid olduğuyla alâkalı olarak Vanlı Ali Çavuş namındaki Ali Aras, oğlu Fevzi Aras’tan bizzat aldığımız hatıralarında Ubeyd’den şöyle söz eder: “Ubeyd, düşman tarafından vurulunca, sırtında yeni bir elbise, kemerinde altınları vardı. Vurulunca bana; ‘Ali gel, bunları al, gâvurun eline düşmesin’ dedi. Ve kelime-i şehadet getirerek şehid oldu.”
Ubeyd ile alâkalı olarak daha sonra Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde şunları kaydeder:
“Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini (gömüldüğü yeri) bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz (yerin altında) bir menzil sûretindeki kabrine girmişim. Onu şühedâ (şehitler) tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış.” (Mektûbât, s. 12) Şehid annenin şehid oğlu Ubeyd, mübarek Nursî Hanedanı’nın şehidler kervanındaki yerini almıştır.
NURSÎ HANEDANININ ÂLİME BİR HANIMI:
HANIM
Sofi Mirza Efendi’nin yaş sırasına göre ikinci evladı olan Hanım, âlime bir hanımefendidir.
Sofi Mirza’nın “..Hanım ismindeki kız çocuğunu büyük ve meşhur bir âlime olarak yetiştirdiği rivayetler arasındadır. Bu merhume Hanım, Birinci Cihan Harbi’nden evvel, Molla Said isminde âlim bir zatla evlenmiş. Bilahare 1913 senesinde Şeyh Selim veya Bitlis Hadisesi ismiyle meşhur, hürriyetin ilânına karşı hükümete isyan edenlerin arasında bu Molla Said’in isminin karışması neticesinde Hanım ile Şam’a birlikte hicret etmişlerdir. Şam’da çok talebesi olan Molla Said Efendi, ders okuturken, takıldığı çetin meseleleri perde ve hicap arkasında oturan âlime hanımı Hanım’a sorarmış. O ise hiç duraksamadan hemen meseleyi çözer, cevap verirmiş” diye halen Şam’da hayatta olan Bitlisli Abdülaziz Efendi anlatmışlardı. (Mufassal Tarihçe-i Hayat, A. Kadir Badıllı, Timaş Yay, c. 1, s. 51-52) Hanım, 1945 yılında Mekke-i Mükerreme’de tavaf ederken vefat etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, risâlelerde “Hacca gidip sekerât içinde tavaf ederken, tavaf içinde vefat eden âlime Hanım nâmındaki merhume hemşirem...” şeklinde kendisinden söz eder. (Asâ-yı Musa, 11. mesele, s. 70) Muhteşem hanedanın bu bahtiyar ferdi mensup olduğu silsilenin şanına lâyık hayat sürmüş ve öylece de ebedî âleme irtihal etmiştir.
NURSÎ HANEDANI’NIN ‘İNSAFLI VE
MÜDAKKİK BİR ÂLİMİ’: MOLLA ABDULLAH
Sofi Mirza Efendi’nin yaş sırasına göre üçüncü evlâdı ve Bediüzzaman’ın ağabeyidir. Çevrede derin bir âlim olarak bilinir. Nurs Köyünde dünyaya gelmiş, 1914 yılında orada vefat etmiştir. Mezarı Nurs Kabristanındadır. Evlenmiştir. Bir kız, bir erkek olmak üzere iki çocuğu olmuştur. Çocuklarının ismi, Bedia ve Abdurrahman’dır.
Said Nursî Hazretleri, onun için “insaflı ve müdakkik bir âlim” (Kastamonu Lâhikası, s. 60) ifadesini kullanır. Oğlu Abdurrahman, Bediüzzaman’a yıllarca talebelik yapmış, 1922 yılının sonlarında amcasından ayrılarak Ankara’da kalmış, orada vefat etmiştir. Kızı Bedia Hanım ise, Nurs Köyünde evlenmiş, dört çocuk sahibi olmuş ve orada vefat etmiştir. Mezarı Nurs Köyü Kabristanındadır.
Nursî Hanedanı’nın bahtiyar fertlerinden Molla Abdullah ile Said Nursî arasında geçmiş bir muhâvere, Tarihçe-i Hayat’ta şöyle anlatılır:
“Ağabeyi Molla Abdullah:
“Sizden sonra ben Şerh-i Şemsî kitabını bitirdim, siz ne okuyorsunuz?”
Bediüzzaman:
“Ben seksen kitap okudum.”
Molla Abdullah:
“Ne demek?”
Bediüzzaman:
“İkmal-i nüsah ettim ve sıranıza dahil olmayan birçok kitapları da okudum.”
Molla Abdullah:
“Öyle ise seni imtihan edeyim?”
Bediüzzaman:
“Hazırım; ne sorarsanız sorunuz.”
Molla Abdullah, biraderini imtihan eder. Kifayet-i ilmiyesini takdir ile, sekiz ay evvel talebesi bulunan Molla Said’i kendisine üstad kabul etti ve talebelerinden gizli olarak küçük biraderinden ders almaya başlar.” (Tarihçe-i Hayat, s. 33)
İlim ve takva dairesinde mümtaz bir kişiliğe sahip Molla Abdullah, aynı zamanda “Evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin’in (k.s) has müridlerindendir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 60)
MOLLA ABDULLAH’IN KIZI: BEDİA
Bediüzzaman’ın büyük kardeşi Molla Abdullah’ın iki evlâdından birisi kızdır ve ismi Bedia’dır. Nurs Köyündeki araştırmalarım sırasında bu bahtiyar hanım hakkında bilgi toplarken, hangi eve gittimse bana fotoğrafını göstererek ondan bahsettiler. Bedia Hanım Nurs’ta evlenmiş ve 1970 yılında orada vefat etmiştir.
Dört çocuğu olmuştur. Çocukları hâlâ hayattadır. Nurs Köyünün Aşağı Kığıs Mezrasında oturmaktadırlar. İsimleri şöyledir: Salih, Mustafa, Said, İsa. Bu muhtereme hanımın burun kısmı, kartal burnunu andırmaktadır. Amcası Bediüzzaman’ın burun kısmını andırır. Civarda çok sevilen bir hanımefendidir.
BEDİÜZZAMAN’IN YEĞENİ: ABDURRAHMAN
Bediüzzaman, onu Nurun satır aralarında “Abdurrahman” ve “biraderzâdem” ifadeleriyle tesmiye eder. Ve “bir dehâ-i nurânî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzâdem Abdurrahman” (Barla Lâhikası, s. 21) diyerek senâsına mahzar kılar. Abdurrahman, Bediüzzaman’ın ağabeyi Molla Abdullah’ın oğludur. 1918 yılında Bediüzzaman’ın Rusya esareti dönüşü İstanbul’a teşrif ettiği zamanlarda, Bediüzzaman’ın yanında kalmaya başlar, onun hizmetinde bulunarak talebesi olur.
Amcası ile beraber
Bediüzzaman, yeğeni Abdurrahman’la beraberliğini şu ifadelerle belirtir: “Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca tepesinde bir köşkte merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturuyorduk.” (Lem’alar, s. 238)
Bediüzzaman’ın hayatında çok mühim bir yere sahip olan Abdurrahman’ın ulvî hasletleri vardır. Bediüzzaman, kendisine ve nurlara sonsuz sebatta zirveleşen bu bahtiyar yeğenini, mühim talebelerinden Kuleönülü Mustafa Hulûsi Ertürk’e nispet eder.
Bediüzzaman'a sadakat içinde
Abdurrahman’ın 1918 senesinde Bediüzzaman’la başlayan beraberliği 1923 yılı Mayıs’ına kadar devam eder. Bediüzzaman’a sadakatini şu satırlarda görmek mümkündür: “1923 Mayıs’ına kadar amcası ile her an beraberdir. Ve ayrılmamıştır. Çamlıca’da, Sarıyer’de beraber olduğu ve İngilizlere karşı 1920 yılı içinde neşredilen Hutuvat-ı Sitte eserinin İstanbul’da yayınlanmasında büyük hizmetleri olduğu gibi bilâhare 1922 Kasım’ında amcası ile Ankara’ya giderek, Bediüzzaman’a itiraz eden veya aleyhinde bulunan bazı münafık şahısları öldürmek teşebbüsüne kadar hep fedakârâne sadakatle, amcasının hizmetinde görülmüş, bütün cazip ve şaşaalı tekliflerini reddederek, izzet-i ilmî ve vakarını muhafaza yolunda, fakr-u zarureti ihtiyar ederek Van’a gitmeye hazırlandığı zaman merhum Abdurrahman, amcasından ayrılmış, Van’a gitmemiştir.” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdulkadir Badıllı, s. 364)
Abdurrahman'ın yazdıkları
Yeğeni Abdurrahman, Bediüzzaman’ın doğumundan, Rus esaretinden firar edip İstanbul’a teşrifleriyle, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığına kadar hayatını içeren bir “Tarihçe-i Hayat” kaleme almıştır. Ayrıca Bediüzzaman’ın “Lemeât” isimli eserinin arka tarafında kısa bir makalesinin yanı sıra Barla Lâhikası’nda amcasına hitaben yazdığı mektubu bulunmaktadır.
Abdurrahman, amcası Bediüzzaman’a hasret ve iştiyak içindedir.
Yıllarca beraberlikten sonra ayrılık hasreti, yüreğinde daimî bir kor olmuştur. Amcasından ayrılmış, hasretini yanık yüreğinde dâima muhafaza etmiştir. Vefatına iki ay kala amcası Bediüzzaman’a yazdığı bir mektupta duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Esselamu Aleyküm. Ellerinizden öper, duanızı dilemekteyim. Sıhhat haberinizi, irşad edici olan Onuncu Söz risalenizle beraber Tahsin Efendi vasıtasıyla aldım; çok teşekkür ederim. Evvelce gerçi emrinize muhalefet ederek muhterem ve değerli amcamdan ayrıldığıma pişman olmuş isem de ve itâbınıza müstehak olmuş isem de, bu da mukadder imiş. Ve Cenâb-ı Hakkın emir ve iradesiyle ve belki de bizim için hayırlı olduğu için oldu. “Binaenaleyh, ben cehalet sâikasıyla bir kusur yaptım ve belâsını da çektim. Bundan sonra çekmemek için affınızı rica ve duanızı dilerim.
“Aziz mamo!1 Şunu da şurada arz edeyim ki: Himaye ve himmetiniz sayesinde, din ve âhiretime dokunacak ef’âl ve harekâttan kendimi muhafaza ettim ve etmekte berdevamım. Gerçi dünyanın değersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezâiz ve safâsını gördüm, geçirdim. Hiçbir vakit ve hiçbir zaman unutmadım ki, bunların hepsi hebâ olduğu ve dünyanın Allah için olmayan lezâiz ve safâsı neticesi zillet ve şedid azap olduğu ve dünyada Allah için ve Allah’ın emir buyurduğu yollarda çekilen ve çekilmekte olan mezâhim neticesi, sonu lezzet ve mükâfat verildiğini bildiğim ve iman ettiğimden, fenâ şeylerin irtikâbından kendimi muhafaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise, terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayalimde yer yapmıştır. Hakikat böyle olduğunu bildiğim için bütün meşakkatlere şükürle beraber sabretmekteyim.
“Şimdi amcacığım ve büyük üstadım,
“Habîs olan nefsimle mücadele edebilmek ve onun hevâî ve bilâhare elem verici olan arzularını yapmamak ve dinlememek için teehhül etmek mecburiyetinde kaldım ve şimdi artık her cihetle Cenâb-ı Hakkın lütuf ve keremiyle rahatım. Kimsenin dediğini, şer ise duymamazlığa gelir ve kimseyle, fenâ hasletleri kapmamak için ihtilât etmemekteyim. Dairede müddet-i mesâiden hariç zamanlarımı kendi evimde Cenâb-ı Hakkın şükrüyle geçiriyorum. Bundan başka, ey amca, sizden sonra şimdiye kadar en çok beni ikaz ve fenâ şeylerden men eden, üstad-ı âzam ve mürşidim olan bu âyet-i kerimeden duyduğum ve hissettiğimdir: ‘O gün onların ağızlarını mühürleriz; elleri bize onların yaptıklarını anlatır, ayakları kazandıkları günahlara şahitlik eder.’ (Yâsin Sûresi, 36: 65.)
Ve öyle biliyorum ki, o gün de pek yakındır.
‘Allah’ım, bu dünyadan bizi ancak kelime-i şehadet ve imanla çıkar.’2 Duam bu ve itikadım böyledir ve böyle de iman ederim.3
‘Allah’a inandım, meleklerine inandım, kitaplarına inandım, peygamberlerine inandım, ahiret gününe inandım, iyiliğin de kötülüğün de Allah tarafından geldiğine inandım, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna inandım. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir ilah yoktur, yine ben şehadet ederim ki, Muhammed (asm) Allah’ın kulu ve peygamberidir.’4
“Abdurrahman…” (Barla Lâhikası, s. 33)
Çok sarstı ve ağlattırd
Abdurrahman’ın vefatı, Bediüzzaman’ı çok sarsar ve ağlatır. Bunun üzerine Bediüzzaman, yazdığı bir mektupta şöyle der: “Demek Onuncu Söz, onun hakkında bir mürşid-i hakikî hükmüne geçmiştir ki, birden onu derece-i velâyete çıkararak şu üç kerâmeti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hattâ tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Sözün şevkinden demiş: ‘Yazdığın Sözler’in hepsini bana gönder, kendi hattımla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın.’ İşte böyle bir kahraman vârisi kaybettim. Ruhuna el-Fatiha. Said Nursî” (Barla Lâhikası, s. 33)
Dipnotlar:
1- Kürtçe “Amcacığım” demektir.
2- Âhir nefesteki kelimat-ı imaniyeyi âhir-i mektubunda zikretmesi dünyadan kahramancasına imanını kurtarıp öyle gideceğine işaret eder. (S.Nursî)
3- Hem iman ile gideceğini haber veriyor. (S.Nursî)
4- Câ-yı dikkattir, vefatını haber veriyor. (S.Nursî)
|