Nursî hanedanının nesep ve sülâlesi ile alâkalı olarak anlatılan hatıra ve telakkilerden bazıları şöyledir:
Bediüzzaman Hazretlerine “Hanedan” olarak Emirdağ’da yıllarca hizmet etme bahtiyarlığına eren Emirdağlı Çalışkan Ailesinden Mehmed Çalışkan bir hatırasında şunları anlatır:
“Bir defa Ahmed Feyzi Kul (Bediüzzaman’ın eski talebelerinden) Emirdağ’a gelmişti. Sohbet etti. Üstadımızın büyük evsâfını, yüce makamlarını, riyâzî ve cifrî tevafuklarla açıklıyordu.
“Biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: ‘Biz Üstadımızı Şarklı olarak biliyoruz. Ahmet Feyzi Efendinin anlattığı büyük müceddit ise Âl-i Beyt-i Nebevî’den olacaktır.’ Bu kalbî mülâhazadan sonra Üstad Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstad bana; ‘Kardeşim ben hem Hasanî’yim, hem de Hüseynî’yim. Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum. Haydi git’ dedi.” (Son Şahitler, c. 2, s. 360)
Urfalı Salih Özcan’ın da bu meyanda bir hatırası vardır:
“Bir defa Üstad Hazretlerini ziyarete gitmiştim. Nesebimi sordu. Ben de ‘Seyyidim’ demiştim. Üstad, ‘Hasanî misin? Hüseynî misin?’ diye sordu. Ben, ‘Hüseynîyim’ dedim. Bunun üzerine Üstad, ‘Kardeşim, ben hem Hüseynîyim, hem Hasanîyim’ buyurmuşlardı.” (Son Şahitler, c. 3, s. 235)
Aynı konuyla alâkalı olarak Eskişehirli Muhiddin Yürüten isimli şahıs şunları anlatır: “Ziyaretlerimden birisinde (Üstad’ın yanında) Salih Özcan da bulunuyordu. Üstad ona ‘Kardeşim Salih! Sen hakikî seyyidsin. Nuriye (Üstadın annesi) de seyyid, Mirza (Üstadın babası) da seyyid’ dedi.” (Son Şahitler, c.3, s. 201)
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılan şudur ki, Nursî Ailesinin nesebi ve sülâlesi tamamen seyyiddir ve Âl-i Beyt’tendir. Bu bakımdan, Bediüzzaman Hazretleri’nin, Risâle-i Nurların “Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin (r.a) mânevî bir hediyesi ve eseri” olduğunu söylemesi mânidardır. (Emirdağ Lâhikası, s. 143)
VELİLERİN TELÂKKÎLERİ
Bediüzzaman’ın dünyaya geleceğini keşfen hissedip haber veren büyük velî insanların telâkkileri de, Nursî ailesinin nesep ve sülâlesinin mübarek ve eşsiz bir silsileye dayandığına işaret etmektedir.
Onun geleceğine ve mahiyetine işaret eden büyük zatların bazılarının telâkkilerini kısaca anlatalım:
BİRİNCİSİ:
“Bitlisli Kevser Hoca, 11.12.1983’te İstanbul Bahçelievler semtinde bir evde, büyük bir cemaatin huzurunda aşağıdaki hatırayı anlatmıştı: ‘Ben kırk sene kadar meşhur Gavs-ı Hizan’ın köyü olan Gayda’da (Hizan’a bağlıdır) imamlık yapmış olan Molla Hacı Efendi’den bizzat duydum. O da Gavs-ı Hizan’ın halifelerinden Molla Halid-i Eruki’den duymuş. Molla Hacı dedi ki: ‘Molla Said, henüz dünyaya gelmeden Gavs-ı Hizan’ın müritlerinden olan babası Sofi Mirza bir gün Gayda’dan geçerken, Gavs’ı ziyaret etmek istemiş. Müritleri de ‘Gavs şu anda kimseyi kabul etmez. Hususî sohbettedir’ demişler. Sofi Mirza da ‘Eğer siz şimdi Gavs’a haber vermezseniz, ben kendim gidip kapıyı çalacağım’ demiş. Müritleri ‘Hadi git öyleyse çal’ demişler. Sofi Mirza gidip kapıyı çalarak içeri girmiş. Gavs Hazretleri, Sofi Mirza’yı görür görmez ayağa kalkmış ve hürmetle karşılayıp onu kucaklamış, koluna girmiş, getirip kendi yerine oturtmuş. Birtakım şeyler konuşmuşlar. Sofi Mirza Efendi, ne demişse, Gavs Hazretleri de onu ‘Belî, belî..’ diyerek tasdik etmiş. Sonra bu durumu anlatan Gavs Hazretleri, müritlerine hitaben şunları söylemiş: ‘Efendiler bu fakir sofinin sulbundan öyle bir çocuk dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez.’” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, A. Kadir Badıllı, Timaş Yay., c. 1., s. 23)
İKİNCİSİ:
“Denizli vilâyetinde yaşamış büyük evliyâlardan Hacı Hasan Feyzi isminde bir zât, bir gün talebelerine: ‘Bugün Kürdistan’da (Şark vilâyetlerine o zaman verilen ad) büyük bir velî dünyaya geldi. Bu zât, zamanın sahibi, asrın vekilidir’ buyurmuştur.” Büyük zatların, Bediüzzaman Hazretleri daha dünyaya teşrif etmeden onunla alâkalı olarak verdikleri gaybî işaretlerin yanı sıra, bunlardan daha kuvvetli işârî ve cifrî haberler, Risâle-i Nur’un muhtelif eserlerinde, bilhassa Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de mevcuttur.
Âl-i Beyt’ten oluşuna Risâle-i Nur’dan bir delil
“Ona ‘Kürdî’ denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (r.a.) görülen ‘Yâ Müdriken’ kelimesinin hazf ve kalbiyle ‘Kürt’ ima ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun mânevi silsile-i şerâfet ve siyâdetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lâkapla maruf ve meşhur olan bu zatın Risâletin-Nur’un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum.”
(Emirdağ Lâhikası, s. 75, Hasan Feyzi’nin mektubundan...)
{ YARIN: HİZAN, İSPARİT VE NURS }
|