İnsanın ve insanlığın imtihanı temel olarak benlik alanında yaşanıyor. Beşer tanımı yapıldığında çok organize ve kompleks yapılar ortasında yerleşmiş ruhlar akla geliyor. Üstelik bu karmakarışık binaların içinde yer aldığı zerreler denizi de kararsız, belirsiz ve karmakarışık bir yapı arz ediyor. Bu karmakarışık işleyişler ortasında ruh ve beden bütünlüğünün muhafazası için insana verilmiş kuvveler var. İnsan menfaatlerine yönelik olma duygusu yaşıyor ve bu durum ruhuna kuvve-i şeheviye olarak yansıyor. Benliğini ve bedenini muhafaza duygusu taşıyor. Bu hal ruhuna kuvve-i gadabiye olarak yansıyor. Yine doğru ve yanlışı ayırma melekesi şeklinde yer alan fonksiyon kuvve-i akliye şeklinde hayatında yer alıyor. Benlik duygusunun insanlık âlemine yansıması temelde iki alan oluşturuyor. Biri diyanet ve nübüvvet, diğeri felsefe ve hikmetdir. İnsanlık tarihi boyunca ortaya çıkan insanlık ağacının iki ana dalını teşkil eden felsefe ve nübüvvetin her bir kuvve ile irtibatından farklı insan modelleri ortaya çıkmış ve her bir kuvvenin benlik duygusu ile irtibatından insaniyet ağacı farklı meyveler vermiştir. Kuvve-i gadabiyye ile benliğin felsefe doğrultusunda şekillenmiş yapısının buluşması Firavunlar, Nemrutlar ve Şeddatlar şeklinde meyveler vermiştir. Bu gün insanlığa zulmeden ve korku duygusunun artık paranoyaya dönmesi ile herkesi potansiyel suçlu olarak görmekle zulmeden idareciler de aslında aynı dalın meyveleridir. Dolayısıyla ile modern dünyada da aynı mânânın yani felsefe ile mezcolmuş kuvve-i gadabiyyenin pek çok mahsulleri sosyal yapı ve dünya düzeninde yer almaktadır. Bu anlamda Firavunluk tarihî değil sosyal bir kavramdır. Nübüvvet tarafının insandaki gadap kuvvesi ile buluşmasından ortaya çıkan meyveler ‘melek gibi melikler’dir. Bu kavram içinde kavmine hizmet eden efendi, zulümden titreyen idareci, adil hakim, hukuku sistemin temeli sayan devlet adamı yer almaktadır. Nübüvvet eksenli bir devlet tanımında melek gibi bir idareci ve adil bir hakim kavramları hayatî bir önem arz etmektedir. İnsanlığın asırlardır süren kolektif benlik yapılanmasının ardından bu duruma ulaşmanın yolu demokrasi şeklinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ile kelime felsefe tarafının mahsulü olsa bile özünde demokrasi nübüvvet tarafının insanlığa hediyesidir. Otoriter ve tebasına zulmeden, onlara tepeden bakan krallar ve idareciler hangi coğrafî alanda ve konumda olursa olsun benliğin kuvve-i gadabiyeye Yunan felsefesi ve Roma dehası ışığında yansımasını sergileme konumundadırlar.
Beynin her bir niyet ortaya konurken işleyişi esnasında devreye giren milyonlarca nöron ve bu hücreler arasındaki bağlantıyı sağlayan nörotransmiterler, sayısız peptitler, niyetin yaratılıyor olduğuna dair çok güçlü veriler. Kulun iradesi tam bir serbestiyet içinde ortaya çıkmakla varlığın maddî boyutta işleyişi için bir duâ anlamına gelmektedir. Bir niyetin ortaya çıkışı ile ilgili olarak beynin fonksiyonlarına ve işleyen mekanizmalara baktığınızda niyetin yaratılıyor olmasından en ufak bir şüphe duymazsınız. Aslında varlığın karmakarışık gözüken yapısında doğruyu bulabilmenin yolu samimî kalple Rabbi’ne yönelmek ve kalbinde doğru mânâların ve doğru niyetlerin ortaya çıkması için duâ etmektir. Bu duâ topyekûn yapıldığında ve samimiyet ile Rabb’e yönelindiğinde isabet ihtimali çok yükselecektir. Bunun için de samimî niyet ve başkalarının iradesine cerbeze ya da benzeri yollarla müdahale etmemek gereklidir. Muhabbet ortamında herkesin irade beyanının serbest bırakıldığı zeminlerde topluluğun eğilimi yani çoğunluğun reyi isabet ihtimali ve doğruyu bulma ihtimali daha yüksek bir sonuç ortaya çıkarır. Bu anlamda kamu vicdanı ve icma-ı ümmet kavramları birbirine yakın düşmektedir. Aynı zamanda ilâhî murada en yakın olma ya da onunla örtüşme anlamında en isabetli sonucu ortaya koyma ihtimali çok yüksektir. Bu anlamda millet iradesinin kalplerin Rab’lerine yönelmiş ve O’ndan doğruyu kalplerinde hissettirmesi duâsı ile talepte bulunan topluluğun genel eğiliminde vicdanlar bir bütün teşkil edecek ve bu alanda Kâinât Sultanı’nın ne talep ettiğini anlamamız açısında daha berrak bir mânâ ortaya çıkacaktır. Bu yönü ile meşveret ve meşrutiyet usulü ile doğruyu yakalayabilme ve karmakarışık bir sosyal alanda olması gerekeni toplum olarak tesbit edebilme imkânı artacaktır. Burada temel şart iradelere ipotek konulmaması ve herkesin farklı fikrinin hür olması ile ortaya çıkacak mânânın isabete daha yakın olacağının kabul edilmesidir. Bu millet iradesinin kudsî kaynaklara yakınlığı yani İlâhî iradeyi hissetme potansiyelinin yakınlığı ile bir anlamda kudsiyet kazanması demektir.
Bu yıl Bediüzzaman Haftasının ana temasının ‘100. yılında meşrutiyet’ olması ve geçtiğimiz Pazar günü İstanbul Lütfi Kırdar salonunda bu çerçevede düzenlenen panel gerçekten isabetli olmuş ve insaniyet enaniyetinin nübüvvet yönünde şekillenmesine güçlü bir duâ olmuştur. Bu duâların melek gibi meliklerin ve adil hakimlerin olduğu bir dünya düzenine gidişi hızlandırması niyazı ile…
31.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|