Bakın, "yanlışları" demiyoruz; yalanları... Evet evet, yakın tarihimizin, kasten ve bilerek, hatta bir kısmının "düpedüz yalan"lar üzerine binâ edilmiş olduğuna inanıyoruz.
Bazı gerçeklerin üzeri ise, yine kasten ve bilerek örtülmüş durumda.
Öte yandan, fevkalâde önemli, hatta can alıcı denebilecek bazı meselelerin nasıl da çarpıtıldığını, adeta ters yüz edildiğini fark edince, artık doğru olan bilgilere bile maalesef tereddütle yaklaşma ihtiyacını hissediyoruz.
Tahmin ediyoruz, hür fikirli serbest araştırmacıların çoğu da bizimle aynı durumda ve aynı sıkıntılar içinde.
Esasen, özellikle 1924'ten sonraki arşiv bilgilerine, belgelerine ulaşmak kolay ve serbest olsaydı, bunca sıkıntı yaşanmazdı.
Ama, yasak efendim, yasak... Siz Osmanlı dönemine ve 1950'den sonraki demokratik döneme ait hemen her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz de, 1924–50 yılları arasındaki resmî kayıtlara zinhâr ulaşamazsınız...
Peki, neden? Maalesef, bu suâlinde tatminkâr bir cevabı yok.
İşte, bu vaziyet gösteriyor ki, açığa çıkmasından çekinilen, korkulan bazı tarihî gerçekler var.
Demek biliniyor ki, bunlar açıkça bilindiği ve karanlıkta noktalar aydınlatıldığı takdirde, yakın tarihimiz yeni baştan yazılacak, yazılma mecburiyeti hâsıl olacak.
* * *
Şimdi, burada yakın tarihimize ait karanlıkta kalan, delilleri karartılan, bilerek çarpıtılan veya üzeri korku perdesiyle örtülen bazı hadiseleri hatırlatarak, şöyle bir zihin egzersizi yapmaya çalışalım.
Lozan'dan başlayalım: Türkiye Devletinin varlığını kabul eden ilk uluslararası antlaşma olan Lozan Konferansında, açık gündemin yanı sıra, bir de var olduğu bilinen bir "gizli gündem"den söz ediliyor. Bu gizli gündemin aktörleri arasında Hahambaşı Haim Naum ile eski Selânik mebusu Yahudi Emanuel Karasso'nun isimleri açıkça zikrediliyor. Bizim resmî tarih kaynaklarında ise, bu şahısların esâmisi dahi okunmuyor. Bu noktanın karanlıkta bırakılması, Lozan Antlaşmasının mahiyeti hakkında ciddî tereddütlere yol açıyor.
Parti kapatılmaları: İttihatçıların her türlü zorbalığına rağmen, Meşrûtiyet döneminde çok partili bir sistem vardı. 1924'te kurulan TCF ile 1930'da kurulan SF niçin kapatıldı ve neden ikinci bir partiye hayat hakkı tanınmadı? Korkunun asıl sebebi neydi? Tek parti diktasının siyasî ve fikrî dayatmaları ne ile izah edilebilir?
Mahkemeler: Başta İstiklâl Mahkemeleri olmak üzere, özellikle dindarları sorgulayıp cezalandıran mahkemelere sevk edilen vatandaşların yekûnu ne kadardır? Dinini yaşamanın dışında hiçbir faaliyeti tesbit edilemeyen insanlara verilen ağır cezaların sebebi ne idi? 1924–1950 yıllarında, çeşitli sebeplerle idam edilen veya kurşuna dizilmek sûretiyle cezalandırılan insanların sayısı ne kadardır? Bütün bu suâller cevap bekliyor.
Darbeler: Birkaç kez tekrarlanan kanlı darbe ve muhtıraların arka planında yatan gerçek sebepler bilinmiyor. Zira, siyasileri idama kadar götüren iddiaların hemen hepsi boş çıktı, fos çıktı. Geri kalanların ise, idamı gerektirecek kadar ciddi olmadığını bugün dünya âlem biliyor. O halde, işin içinde bir başka sebep olmalı.
İşte, bunlar gibi, ortada cevap ve izah bekleyen daha bir yığın mesele var ki, bunları sayıp dökmeye bile sayfalar, sütunlar kifayet etmiyor.
Tarihin yorumu
Lüleburgaz Kongresi
Merkezi Edirne'de bulunan Trakya–Paşaeli Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetine (kuruluşu 2 Aralık 1918) bağlı 77 delegenin iştirak ettiği Lüleburgaz Kongresi başladı.
2 Nisan'a kadar devam eden ve ecnebilerin Trakya Bölgesi hakkındaki hesaplarını altüst eden bu kongrede, ayrıca mutlak sûrette uyulması gereken bir dizi kararlar alındı.
I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşanın da iştirak etmiş olduğu Kongrenin bitiminde alınan hayatî kararları şu şekilde özetlemek mümkün:
"Trakya, Türk ve Müslüman ahali ile iskân edilmiş olup ırkî, tarihî, siyasî ve iktisadî sebeplere ve bütün devletlerce kabul edilmiş olan milliyet ve adâlet esaslarına göre Türkiye'nin hakimiyetinde kalmalıdır. Bu temel hak ve hukuka yönelik vâki olacak her türlü işgal ve ihtilâl harekâtına karşı mukavemet gösterilecek ve müdafaa yapılacaktır... Ayrıca, Trakya mebusları ile kolordu komutanı, bu heyetin tabiî âzasıdır. Fevkalâde hallerde, bu heyet yeniden kongre toplama selâhiyet ve kudretine sahiptir."
* * *
Trakya Bölgesi, Mondros Mütarekesinden (30 Ekim 1918) sonra birkaç kez işgale uğramış, sırasıyla Fransız ve Yunan kuvvetleri arasında el değiştirmiş ve nihayet hamiyetperverlerin gayrete gelmesiyle bilumum ecnebi taarruz ve tahakkümünden kurtulabilmiştir.
Düşman askerinin bu bölgeden tamamen çekilmesi, 22 Ekim 1922 tarihine kadar devam etmiştir.
31.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|