Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki [makalelerimdeki] umum hakàikta [hakikatlerde] nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet Mahkemesinden adaletname-i Şeriatla davet olunsam, neşrettiğim hakàikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
“Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukelâ [tenkitçi düşünürler] mahkemesinden tarih celbnamesiyle celbolunsam, yine bu hakikatleri tevessü ve inbisat ile [genişleterek] çatlayan bazı yerlerine yamalıklarla birlikte, taze olarak orada da göstereceğim.”1
Bu ifadeler, “Hakikat tahavvül etmez [değişmez]. Hakikat haktır” diyen Bediüzzaman Said Nursî’ye ait. O bu sözleriyle savunduğu fikirlerin doğruluğunda, isabetliliğinde zerre kadar tereddüt etmediğini, onlara güvendiğini gösteriyordu. Asr-ı Saadet’te olduğu gibi üç yüz sene sonra gelecek, her şeyi inciden inceye eleyen düşünürler meclisine gittiğinde aynı şeyleri savunmakta sakınca görmüyordu.
Yine bu ifadelerin Bediüzzaman’ın 31 Mart Mahkemesi vesilesiyle çıkarıldığı, pencereden idam edilenleri göstererek “Şeriat isteyenlerin akıbeti işte budur!” derecesine verilen gözdağına karşılık her türlü riski göze alıp on bir buçuk cinayet adını verdiği delillerle dolu savunmasını yapmıştı.
“Şeriat isteriz” diyenlerin idam sehpasında sallandırıldıkları mahkemede ona da, “Sen de Şeriat istemişsin” diye sorulmuş. O, “Şeriatın bir hakikatine bir ruhum olsa fedâ etmeye hazırım! Zira Şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil” diye cevap vermişti.
Şeriat İslâm, Kur’ân demekti. Müslümanlık Şeriat’ın yaşanması, hayata geçirilmesinden ibaretti. Hayatın her safhasını sarmıştı. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, dinî nikâh yaptırmak, doğru sözlü olmak, içkiden, kumardan kaçınmak Şeriat’tı.
Bu mahkemede Bediüzzaman, ayrıca meşrutiyeti savunmuş, güzel karşılamaları için bütün Şark aşiretlerine çektiği elli-altmış telgraftan söz etmiş, meşrutiyetin adalet ve meşveretten ibaret olduğunu, dünya mutluluğuna meşrutiyetle erişilebileceğine dikkat çekmişti.
Şeriatın en çok düşman olduğu şeylerden biri istibdattı. Şeriat âleme gelmişti ki baskıcı rejimlere son versindi.
“İstibdat zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar” diyor, insanın en yüksek mevkide de bulunsa kanuna uyma zorunluluğu bulunduğunu dile getiriyordu.
Gerçekten Bediüzzaman’ın bu savunması bir harikaydı. Günün en ciddi problemlerine dikkat çekiyor, çözümler getiriyordu. Hem de idam tehditleri altında.
1. Divan-ı Harb-I Örfî, s. 50.
31.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|