Son gelişmelerle tırmanan gerginliği aşmak için sağduyu ve uzlaşma çağrıları yapılırken, özellikle iktidar partisinin “uzlaşmacı” bir tavra yönelmesi talep ediliyor.
Ama bu “uzlaşma”nın AKP için bir teslimiyete dönüşmemesi uyarısında bulunanlar da var.
“Uzlaşma” istenen konuların niteliği, bu uyarının arkaplanındaki endişelere hak verdiriyor.
Peki, nedir bu konular? Biri başörtüsü, diğeri Ergenekon operasyonu. AKP yakın zamana kadar ikisinde de iddialı ve kararlı görünüyordu.
Ama işaretler, her iki konuda da, başlangıçta belirlenen—veya belirlendiği varsayılan—hedeflere ulaşmanın giderek zorlaştığını gösteriyor.
AKP üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırma iddiasıyla yola çıkarken, “Bu konuyu hiçbir gerilime yol açmadan çözeceğiz” diyordu.
Bu maksatla, MHP’yi de yanına alarak anayasanın iki maddesini değiştirmek suretiyle yaptığı düzenleme Çankaya’nın onayından da geçti.
Buna istinaden YÖK Başkanı rektörlüklere “Başörtülü öğrencileri alın” talimatı gönderdi.
İlk günlerde bazı üniversiteler yasağı kaldırır gibi oldular, ama sonra iş değişti. YÖK Başkanının yazısı için Danıştay “yürürlüğü durdurma” kararı aldı. Ve yine yasaksız üniversite kalmadı.
AKP ve MHP, iki maddelik anayasa değişikliğine ilâveten, YÖK Kanununun ek 17. maddesinde, “çenealtı formülü”nü içeren ayrıntılı bir düzenleme daha yapmayı da öngörmüşlerdi.
Ama bilâhare bu konuda AKP’nin içine bir kurt düştü ve işi yavaştan almaya başladı. MHP bir süre ısrarını sürdürdü. Ancak AKP’ye açılan kapatma dâvâsı herşeyi alt üst etti. Zaten tereddütlü olan AKP’nin, bu aşamadan sonra ek 17’yi gündeme getirme ihtimali tamamen rafa kalkarken, son âna kadar ısrarını devam ettiren MHP de sessizce çark etmek zorunda bırakıldı.
Çünkü durum ciddî. AKP’nin başına gelen, MHP için de pekâlâ mümkün ve muhtemel. O da okkanın altına girebilir. Zira işin şakası yok.
Dolayısıyla, başörtüsü meselesinde tam bir kilitlenme hali söz konusu. Öyle ki, AKP bu konuda ne ileri, ne de geri adım atabilecek halde.
Geri adım atmanın bile, kendi irade ve inisiyatifiyle yapıldığı takdirde bir anlamı olabilir.
Ama bu hadisede o dahi yok...
Gelelim Ergenekon meselesine. Bilindiği gibi, AKP cenahında, parti hakkındaki kapatma dâvâsı açıldığı zaman, bu gelişmeyi ima yoluyla da olsa Ergenekon’la ilişkilendiren beyanlarda bulunanlar oldu. Ama bilâhare işin ciddiyet ve vahametini fark edince derhal “Böyle bir bağ kurmadık” manevrası yapma gereğini hissettiler.
Öte yandan, Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi isimlerin tevkifinden hayli zaman sonra İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu’nun, zamanlaması ve yöntemi yoğun tartışma ve eleştirilere konu olan gözaltılara muhatap olup bilâhare serbest bırakılmaları, Ergenekon operasyonunda bir dönüm noktası olmuş gibi görünüyor.
Her ne kadar bu iki isimle birlikte ve sonrasında gözaltına alınan İP lideri Doğu Perinçek’le yakın adamları tutuklandıysa da, Selçuk’la Alemdaroğlu’nun serbest kalmalarını takip eden süreçte operasyonun hızı kesilmiş, hattâ yönü de değişmeye başlamış gibi bir izlenim oluşmaya başladı.
Operasyona ilişkin haberleri sebebiyle Taraf muhabirinin gözaltına alınması ve Şamil Tayyar'ın ifadesine başvurulması, bunun işaretleri.
Keza Veli Küçük ve diğerlerine yapılan operasyonun başladığı andan itibaren konulan yayın yasağına rağmen “Ergenekon çetesi”yle ilgili olarak belli medya organlarına servis yapılan gizli bilgilerin bir anda “bıçak gibi” kesilmesi de.
Bu işaretlere bakarak oluşan kanaat, operasyonla ortaya çıkarıldığı söylenen izlerin, örgüt içinde en fazla 8 veya 10. sıradaki isim olduğu ileri sürülen Veli Küçük’ten ötesine gitmesine izin verilmeyeceği yönünde. Küçük’ün deşifre olduğu için zaten gözden çıkarıldığı baştan söyleniyordu. Galiba Ergenekon da Şemdinli olma yolunda.
05.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|