AKP hakkında açılan kapatma dâvâsının Anayasa Mahkemesince oybirliğiyle kabulü, zaten hayli gerilmiş olan ortamı daha da gerdi ve var olan tedirginliği arttırdı.
Mahkeme Başkanvekilinin son derece tarihî bir görevi yerine getiren insanlara mahsus bir eda ve tavır içerisinde açıkladığı “kabul” kararı, aslında sürpriz değildi, beklenen bir karardı.
Ama iktidar partisine yakın bazı çevrelerin ortaya attığı “İddianame çok zayıf ve yetersiz, bilhassa Cumhurbaşkanıyla ilgili bölümü kesinlikle iadesini gerektirir” iddiasıyla oluşturulan beklentinin boşa çıkması, hayal kırıklığı getirdi.
Böyle bir beklentiye meydan verilmeseydi, iddianamenin kabulü rutin ve sıradan bir işlem olarak görülecek ve bu hüsran yaşanmayacaktı.
Her neyse. Bu, yargı süreci ilerledikçe unutulacak detaylardan biri. Ve asıl önemli olan, bundan sonra ne olacağı ve işin nereye bağlanacağı.
Şu aşamada kesin olarak ifade edilebilecek hususların başında, iktidar partisinin artık icraat yapabilecek konumdan çıktığı gerçeği var.
AKP’nin, kendi hakkında bir kapatma kararı verilmesini engellemek için düşündüğü anayasa değişiklikleri de CHP tarafından Anayasa Mahkemesine götürüleceği için, bu girişimlerden istediği anlamda sonuç alabilmesi zor görünüyor.
Görünen o ki, AKP kapana kısılmış durumda.
Tabiî, iddianamenin kabulü, illâ kapatma kararı çıkacağı anlamına gelmez. Ama Gül’le ilgili kısımda bile 4’e 7’lik bir kümelenmenin ortaya çıkması, ister istemez terazinin kefesinde “kapatma” ihtimalinin ağır basmasına sebep oldu.
Bu bir tarafa, iddianamenin kabulünden sonra, nihaî karar belli oluncaya kadar, Türkiye’nin aşağı yukarı altı ilâ sekiz ay sürmesi beklenen bir belirsizlik ortamına girdiği kanaati yaygın.
Böyle bir süreçte Türkiye, kapatma dâvâsıyla “topal ördek” durumuna düşürülmüş bir iktidar tarafından “yönetilecek.” Bu yönetimin özellikle bürokrasi tarafından ne kadar ciddîye alınacağı ise, doğrusu son derece önemli bir soru işareti.
Hakkında böyle bir dâvâ yokken, dahası geçen yılki 22 Temmuz seçimleriyle, arkasındaki seçmen desteğini tazeleyip güçlendirerek yola devam ettiği halde gündeme hakim olmakta başarılı olamayan iktidarın, böyle bir durumda çok daha etkisiz ve zayıf kalacağı da bir vâkıa.
AKP, aldığı yüzde 47 oyun hakkını verememe, aksine onları yine bloke etme konumundan çıkışın mâkul ve sağlıklı bir yolunu bulabilir mi?
Dileyelim ki, bulsun. Aksi halde onunla birlikte bütün Türkiye’yi ciddî sıkıntılar bekliyor.
Bu sıkıntıları asgarîye indirmek için çabalarken, işin bu noktaya gelmesinde belirleyici olan vahim yanlışlarına rağmen AKP’ye yapılanın gerçekte millî iradeyi hedef aldığını görerek buna göre prensiplere dayalı bir tavır almamız; ancak demokrasiye yönelen bu yargı müdahalesine karşı tepkilerimizde, kendimizi AKP’ye endeksleme hatasına düşmememiz icab ediyor.
AKP hakkındaki kararı mahkeme değil, millet vermeli. Bu kararın doğru ve sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için zemin ona uygun hale getirilmeli. Bu zeminin en önemli şartı olan hür tartışma ve değerlendirme ortamı, ters tepen antidemokratik müdahalelerle sabote edilmemeli.
AKP’nin demokratikleşme reformlarına samimî ve kararlı bir tavırla sahip çıkmayarak; yürüyeceği yolda döşenmiş mayınları temizleme basireti göstermeyerek; kapatma dâvâsını dahi fırsatçı bir tavırla değerlendiren CHP için “İyi ki karşımda böyle bir muhalefet var, onun sayesinde benim oylarım artıyor” şeklinde, bu partininkinden çok farklı olmayan gayriciddî bir tavır sergileyerek bugünlere gelmiş olduğunu dikkatli gözler herhalde ıskalamayacaklardır.
Kendi düşen ağlamaz. Düşene “Oh olsun” demek de bize yakışmaz. O zaman ne yapacağız?
Yapacağımız şey belli: Demokrasi ve özgürlük mücadelesine devam edecek, kime yapılırsa yapılsın, haksızlıklara karşı çıkmayı sürdüreceğiz.
02.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|