Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Sizden hiçbiriniz yoktur ki, vârisinin malını kendi malından daha çok sevmesin. Gerçek malın, âhirete gönderdiğindir. Vârisinin malı ise dünyada bıraktıklarındır.

Câmiü's-Sağîr, No: 687

02.04.2008


Ali Vapurlu: Zübeyir Ağabey, Risale-i Nur’u çok okumamızı tavsiye ederdi

VEFATININ 37. YILI MÜNASEBETİYLE RAHMETLE ANDIĞIMIZ ZÜBEYİR GÜNDÜZALP'İ, YENİ ASYA GAZETESİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ ALİ VAPURLU’YLA KONUŞTUK.

*Zübeyir Gündüzalp Ağabeyle ilk görüşmeniz nasıl gerçekleşti?

Zübeyir Ağabeyle ilk tanışmam ve görüşmem, benim için çok farklı iki duygunun karşı karşıya gelmesi şeklinde oldu.

1969 yılında Dikimevi’nde Uğurlu Apartmanı’ndaki dershanede kalırken akşam Zübeyir Ağabeyin Afyon Mahkemesi’ndeki müdafaasını sesli olarak okuyup, Dışkapı’da Nur apartmanındaki derse gitmiştim.

Zaten derse katılanların sayıları sınırlı olduğundan gelenlerin hepsini tanıyorduk.

Ancak o gün derste kemâl-i edep ile iki dizi üstünde, sanki namazdaki teşehhüdde imiş gibi oturmuş ders dinleyen ve zaman zaman ders arasına girerek havâdis-i nuriyeden haberler aktaran şahsın kim olduğunu bilmediğimden, biraz da hasta duruşu dikkatimi çektiğinden, ağabeylere “Hasta hâli ile kim getirmiş bu zatı? Adam yerinde zor duruyor” dedim. Bir ağabey de: “Kardeşim, bu zat Zübeyir Ağabey’dir” dedi.

Ben, bu zatın Zübeyir Ağabey olabileceğini hiç tasavvur edemiyordum. Zira, onu, o ateşîn ifadeleriyle kahramanlık sembolü olmuş bir kişi olarak tahayyül ettiğimden, böyle bir müdafaayı yapan kişiyi o andaki Zübeyir Ağabeyin hâli ve duruşuyla zihnen bağdaştıramadığımdan kendi kendime: “Bu zat Zübeyir Ağabey olamaz” demiştim. Zahire aldanmışım, meğersem o imiş. Kendisine “Hoşgeldin ağabey” diyerek elini öptüm. Zübeyir Ağabeyle ilk tanışmamız böyle bir ortamda ve böylesi bir hâlet-i ruhiyede gerçekleşti.

Zübeyir Ağabey, İstanbul-Süleymaniye’deki Kirazlı Mescit diye bilinen dershanede kalıyordu. Zaman zaman diğer ağabeyler gibi o da Ankara’ya gelir, Ulus-27’de Bayram Ağabeyin misafiri olurdu. Bizler de fırsat buldukça buraya gelir, onlardan istifade etmeye çalışırdık.

*Üstad Hazretlerinin vefatından sonra, Zübeyir Ağabeyin Nur Cemaatinin derlenip toparlanmasına ne gibi katkıları oldu?

Üstadın meslek ve meşrebini hüve hüvesine koruyarak Nur Cemaatinin derlenip toparlanmasında önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Zira Üstadımızın Emirdağ Lâhikası’nda ifade ettiği “İhlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar az da olsalar mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar” hakikatinin öncelikli mazharlarının, Üstad Hazretlerinin vefatından günümüze kadarki meslek ve meşrep çizgisinin muhafaza edilmesinde fevkalâde gayret gösteren Zübeyir Ağabey ve beraberinde hizmetleri paylaştığı ağabeyler olduğunu düşünüyorum.

Üstadın meslek ve meşrebini takip etmek ve müceddid-i âhirzaman kimliği ile şahsiyet-i mâneviyesini anlayıp onu icraata koyma hususundaki gayretiyle, hassasiyetiyle ve sadakatiyle ayrı bir yeri ve ayrıcalığı vardır.

*Zübeyir Ağabey, size ne gibi tavsiyelerde bulunurdu?

Ben kendisine “Zübeyir Ağabey, bana fayda verecek Üstaddan bir hatıranız var mı? Ne tavsiye edersiniz?” dediğimde, buyurdu ki: “Kardeşim, görüyorsun ki ben hastayım, sana ne diyeyim? Ancak sana şunu tavsiye ederim ki: İstidatlarını inkişaf ettirmek için Risâle-i Nurları çok oku.” Başka bir seferinde de, Nurlara sadakatle sarsılmadan bağlanmamızı, hiçbir hâdisenin bizi dâvâmıza hizmetten alıkoymaması gerektiğini, fedakâr olmamızı ve buna benzer şeyleri tavsiye etmişti.

Zübeyir Ağabey, şahsî hizmetlerini başkasına yaptırmasını da sevmezdi. Bazen yardım etmek istesek de razı olmazdı. Bir seferinde ben yardımcı olmak istemiştim. “Kardeşim, ben kendi işimi görebiliyorum, sağol” demişti.

*Zübeyir Ağabeyin hizmetinde hiç bulundunuz mu?

Yeni Asya Gazetesinin ilk genel yayın müdürü ve baş yazarlığını yapmış, ayrıca gazetenin yayın ve neşir hayatında büyük katkısı olduğunu bildiğimiz rahmetli Mustafa Polat Ağabeyin, 1970 yılında geçirdiği müessif bir trafik kazası neticesi vefatı münasebetiyle İstanbul’a gelmiştik. Fatih Camii’nde büyük bir cemaat ile kılınan cenaze namazını müteâkip, eller üstünde Fatih Camii’nden Eyüp Kabristanı’na kadar götürüldü.

Cenazeyi götürürken Zübeyir Ağabey, cenazeyi o hasta hâli ile devamlı tutmak istiyordu. Ancak herkesin cenazeyi taşımak istemesi neticesinde fevkalâde izdiham yaşanıyordu. Herkes de Zübeyir Ağabeyi tanıyamadığından, o hengâmede bir hayli itiş kakış ve hırpalanma olduğunu görünce ben cenazeyi taşımaktan vazgeçip, bunca sene Üstadıma hizmet etmiş bir ağabeyi koruyarak bir nebze ona hizmet etme düşüncesi ile Eyüp Kabristanı’na kadar kendisine muhafızlık ederek yardımcı oldum.

Defin işleri bittikten sonra, Zübeyir Ağabey ve bazı ağabeylerle birlikte Kirazlı Mescit’teki Zübeyir Ağabeyin kaldığı dershaneye döndük.

*Zübeyir Ağabeyden Üstad Hazretleri ile alâkalı dinlediğiniz ve bizimle paylaşmak istediğiniz bir hatıranız var mı?

Zübeyir Ağabey bir hatırasını Ankara’daki Ulus 27’de şöyle anlatmıştı: “Üstad Hazretleri, Emirdağ’da bulunduğu bir zamanda, talebelerinden biri, Üstadın aleyhinde konuşan bir vaizin sözlerini kendisine aktarınca, Üstad o talebesine hitaben: “Ben vaiz zâtı, âlim ve fazıl bir kişi olarak biliyorum. O zat, böyle bir şey söylemez. Sen, o kardeşim ile benim aramı açmak istiyorsun. O, böyle aleyhte bir şey konuşmaz” diyerek kızar. O talebesi de, güya Üstad’a iyilik yapıyorum derken Üstadı üzdüğü için fevkalâde canı sıkkın olduğu bir zamanda, vaizin yakını ile karşılaşır. Olanları ona anlatır. O da tutar, vaize bu durumu nakleder. Vaiz de ‘Madem, Bediüzzaman benim hakkımda böyle düşünüyor’ diyerek, bir sonraki vaazında Üstadın büyüklüğünü, kemâlâtını anlatır.”

İşte Üstadın bu türden davranışlarının, pek çok kişinin düşmanlıklarını dostluğa çevirdiğini nakletmişti.

ÖZKAN ERDEM

02.04.2008


Irkçılıkla birbirini düşman telâkki etmek, felâkettir

Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler.

Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman’ın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfî milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.

Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevî adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!

Mektûbât, s. 311

menfî milliyet: Yanlış milliyet anlayışı; ırkçılık.

fikr-i milliyet: Milliyetçilik fikri.

unsuriyet: Irkçılık.

şeâmetli: Kötü, uğursuz.

adâvet: Düşmanlık.

iptida-yı Hürriyet: Hürriyetin başlangıcı. Meşrutiyetin ilânıyla başlayan dönem.

tebelbül-ü akvam: Çeşitli milletlerden meydana gelen bir topluluğun kısımlara ayrılarak farklı dilleri konuşmaları; İlk Çağda Asurlular devrinde, Babil ve civarında bulunan çeşitli kavimlerin farklı diller konuşması.

teşâub-u akvam: Kavimlerin kısımlara, şubelere ayrılması.

sebeb-i tefrika-i kulûb: Kalplerin ayrılma sebebi.

anâsır: Unsurlar; ırklar, milletler.

kabâil-i İslâmiye: Müslüman kabileler, topluluklar.

cenup: Güney.

mehâlik: Tehlikeler.

ziya: Işık.

hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.

hamiyet: Mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti.

hamâkat: Ahmaklık.

02.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri