Gündem yeniden ‘parti kapatma’ tartışmalarına kaydı. Anayasa Mahkemesi ‘raportörü’nün, bağlayıcı olmamakla beraber; aksi yönde görüş beyan etmesine rağmen, mahkeme AKP hakkında açılan ‘kapatma dâvâsını’ kabul ile görüşmeye karar verdi. Neticenin ne olacağını bugünden bilmemekle beraber, ‘her şey mümkün’ şıkkının işaretlenmesi gerektiği akla geliyor.
Elbette tartışmalar çok yönlü olarak devam ediyor ve edecek. Ancak tartışılması bile abes olan bir gerçek var: Bu ve benzeri dâvâlar, Türkiye’ye kökten, temelden, esastan zarar veriyor.
Mahkemenin ne karar vereceğinden daha önemli olan, sözkonusu bu kararın hiçbir şekilde telâfi edilemeyecek olmasıdır. Kapatma ya da kapatmama şeklindeki bir karar, bugün itibarıyla ortaya çıkan maddî zararı telâfi edebilecek mi? O halde, iş bu noktalara gelmeden önce yapılması gerekenler yapılmış olmalıydı.
Nedir bu işler? Bunları, ‘demokrasi ve hürriyet yolunda atılması gereken adımlar’ olarak özetlemek mümkün. Malum olduğu üzere Nasreddin Hoca bile, ‘su’ taşımak için ‘testi’ teslim ettiği çocuğu ‘erken ikaz yöntemi’ ile ikaz edermiş. Aksi halde testi kırıldıktan sonra alınmak istenen tedbir daha pahalıya mal olmaktadır.
Siyasî hareketlerden bağımsız olarak, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin önünün açılacağı ve ufkunun parlayacağından eminiz. Çünkü bu noktada, yıllar önce verilen ‘Ümitvâr olunuz!” müjdesi bizim için tatmin edicidir. Bu bakımdan, havanın kararmış olmasını, sabahın müjdecisi olarak değerlendiriyoruz.
Bir bakıma siyasetçiler, ‘elden geleni arkalarına koyma’nın bedelini ödüyor. Son yıllarda demokrasi ve hürriyetler noktasında atılması gereken onca adım tartışıldı. Milletten gelen bu talepler, genellikle ertelendi ve ‘Vakti değil, biraz daha bekleyin’ tavrı sergilendi. Millet sabırlıdır, bekler ve bekledi. Ama anlaşıldı ki, demokrasiden hazzetmeyenlerin beklemeye tahammülü olmuyor.
Şunu her defasında ifade etmeye çalıştık: Hangi siyasî düşünce olursa olsun, ‘kapatma’ ya da ‘yasaklama’ ile o düşüncenin önüne geçmek mümkün değildir. Geçmiş yıllarda da mümkün değildi, önümüzdeki yıllarda da hiç mümkün olmaz. Mümkün olsaydı, Türkiye zaten bu noktalara gelmezdi. O halde, parti kapatma ile uğraşanlar; haklı oldukları noktasında kendilerinden ve düşüncelerinden emin iseler, halkı ikna etmelidirler.
“Halk bizi ilgilendirmiyor, biz bildiğimizi yaparız” demek; hele hele 2008 yılında prim yapmıyor ve yapmaz. Ya bu millet ikna edilmeli, ya da millet bıkmadan tercihini ‘sandık’ta izhar ederek yanlışta inat edenleri ikna eder.
Siyasî boğuşmaları takip ederken, ‘merkez’i de ihmal etmemeliyiz. Herhangi bir partinin kapatılması, Türkiye’ye telafisi zor maddî zararlar verilmesi; aile, çocuk ve şahsî hayatımızla ilgili vazifelerimizi unutturmamalı. Çünkü maddî zararların telafisi bir şekilde mümkün olsa da, can damarımızı teşkil eden ve insanın başına açılmış bulunan ‘(imanı) kazanma ve kaybetme dâvâsı’nı unutmamalıyız.
Dünya meşgalesine gereğinden fazla kendini kaptıran herkes, en başta kaybetmeye aday demektir. En iyisi, İbrahim Hakkı gibi, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” demek ve pencerelerden baharın müjdelerini seyretmek olsa gerek...
02.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|