DUYGUNUN VARLIĞA DOKUNUŞU
Duygu deyip geçmemek gerekiyor. Oldukça etkili bir akımdır o. Dokunduğu her yerde varlığını hissettirir. Yeri, zamanı mühim değil, yeter ki duygu olsun, varlığı anlaşılır.
Duygu taşıyan insan nerede olursa olsun, bu taşıdığı duyguyu dağa, taşa, ağaca, bahçeye dokundurur. Onun için san'at eserinde duygu çıkar karşımıza, resimde, müzikte hep duygu vardır.
Taşıdığı duygu kadardır san'at da.
EVE, BAĞA, BAHÇEYE, KUMAŞA,
KÂĞIDA DUYGU DOKUNUYOR
Bir köye uğruyor yolumuz. Kocaman dağları geçtikten sonra ulaşıyoruz mekâna. 100 civarında hane var. Bir yamaca kurulmuş köy. Ortadaki minare, gelen misafirlere kimlik kartı gösterir gibi kocaman, çok dikkat çekici.
“Hımmm hımmm burası bir Müslüman köyü” deyiveriyorsunuz içinizden. Minare çok şeyler anlatıyor.
Evlerin mimarî yapısı okunaklı. Her evin önünde küçük bir avlu var. Yemyeşil avluda, evin pencerelerinin açılan kanatlarından güzellik görülsün diye, avlu kenarı çiçeklerle donatılmış.
Adeta tarlaya çiçek ekmek gibi bir şey bu. İnsanlar ancak bu kadar güzelliğe duyarlı olabilirler. Eve girinceye kadar da çiçekler dolu saksıların bulunduğu bir koridordan geçiyorsunuz. Rengârenk çiçekler. Her bir rengin uyandırdığı duygular farklı farklı. Köyde, şu eksik denilecek hiçbir şey yok.
Güzel olan da, köydeki hane sahiplerinin, anlaşmışlar gibi birbirlerinin bu güzel tavırlarını adet edinmiş olmalarıdır. Her hanede hemen hemen aynı estetik duyguları hissetmek mümkün. Her hane ve küçük bahçesi özel ve güzel.
Bir de caminin avlusu görülmeli. Adeta köydeki bütün güzellik camide toplanmış. Her ev en güzel çiçeğini sanki camiye getirmiş. Caminin rengi üzerine büyük itina gösterilmiş, bembeyaz gelinlik gibi boyanmış olan ana yapı, diğer renklerle süslendirilmiş. Cami, önce rengiyle karşılıyor gelenleri.
Evet, bu köyde bir şeyler var, ama bakalım nereden çıkacak?
Bu köyde bir ehil gönül var, bu köyde bir mübarek el var, bu köyde tatlı bir dil var ki bütün bir köy güzellikle dokunmuş. Bir duygu var bahçelere dokunmuş. Bir duygu var evlere dokunmuş ve bir duygu var, camiye, mekânın renklerine dokunmuş.
KÖYE DOKUNMUŞ BİR ÖĞRETMEN ELİ
Köyü adımlarken, için için köyün güzellik mimarını arıyorum.
Camide yaptığımız kulluk görevimiz sonrası, caminin dışı gibi içinin de tertemiz, çiçekli ve pırıl pırıl olması bizi hayran bıraktı.
Ama merakım iyice arttı. Bu itinanın, bu inceliğin, nezaketin bir etkeni olmalı diye düşünüyorum. Bir güzellik eli dokunmuş bu köye, ama kim?
Hani büyük şehirlerde yaşayan insanların, şehrin kalabalıklarından, gürültülerinden sıkıldıklarında hayallerinde, kafa dinleyerek yaşamak için kurguladıkları bir köy tahayyülü vardır ya, işte burası da öyle bir yer.
Köylü delikanlı, “Beyim sizi köy öğretmenime götürmeliyim. O sizinle tanışmaktan memnun olacaktır. Köyümüzün saygı duyduğu birisidir o. Yolda yürürken genç, öğretmenden bahsetme gereği duyuyor ısrarla. “Biz köylüler olarak ondan çok şeyler öğrendik. O geldikten sonra, köyün kaç tane kavgası durdu. Artık bir problem yaşandığında öğretmene gidiyor büyükler. Onun sözü, muteber kabul edildi. Köyün gençleri olarak bizlerden okuma yazması olmayanlar vardı. Bize özel zaman ayırdı ve şimdi okur-yazar olduk. Haftada bir bizimle her konuda sohbetler ediyor.
Sadece köyün öğretmeni değil o. Köyün doktoru, köyün danışmanı, köyün imamı, köyün ağabeyi…”
Köylü genç, öyle anlatıyordu ki öğretmeni, merak etmeye başlamıştım. Neyse ki, evine ve okula yaklaşmıştık.
“İşte şurası öğretmen beyin evi!” dediğinde genç, gözlerimize inanamamıştık. Zihnimiz bir köy ortamından çoktan uzaklara uçup gitmişti bile. Evin önündeki bahçe, tam bir gülistanı andırıyordu. Orada dudaklarımdan, ‘duygunun toprağa dokunuşu bu olsa gerek’ cümlesi döküldü.
Köyün güzellik mimarını artık sormak gereksizdi.
ZEMİN KATTA ISINAN BİR KAZAN KENDİSİYLE BAĞLANTILI OLAN BÜTÜN
KATLARDA VARLIĞINI HİSSETTİRİYOR
Bu satırların doğduğu yer ilginç. Şehirde, bir köy gibi olan kocaman bir okuldayım. Yüzlerce odası bulunan, sınıflar dolduğunda bir iki köyün nüfusuna ulaşan bir okul binasındayım. Sınav var.
Gözlerim kalorifer peteğine takıldı kaldı. Soğuk bir demir yığını gibiydi duruşu. Ama bu demir yığını öyle ilginçti ki, meselâ kendi başına değildi. Bağlı bulunduğu bir merkezi vardı. Zemin kattaki kalorifer kazanıyla irtibatı vardı bu peteklerin. Merkezindeki gelişmelere göre değişime uğruyordu bu garip petek.
Diyeceğim o ki, zemin katta ısınan bir kazan, kendisiyle bağlantılı olan bütün katlarda varlığını hissettiriyordu. Tıpkı, köydeki öğretmen gibi, bir yerde bir duygu varsa; onunla irtibatlı olan bütün gönüllerde varlığını hissettiriyordu.
İnsan güzelse; sair insanlar da, mekân da, davranışlar da güzelleşiyor.
GÜNEŞ DOĞUNCA KARANLIK KALMIYOR
Güneş, nerede doğarsa doğsun, bütün zamanları ve mekânları aydınlatıyor. Asırlar öncesinin sıcaklığı, asırlar sonrasına dokunuyor. Kötülük, çirkinlik, vahşilik, bedevilik; iyiliğe, güzelliğe, medeniliğe dönüşüyor.
Duygu dönüşümü, önce insan davranışlarında, sonra yaşadığı mekânda, sonra da bütün bütün o duygunun gittiği her yere taşınıyor.
Duygunun varlığa dokunuşundan medeniyetler doğuyor.
İnsanlık, insanlık ağacının hem çekirdeği hem de en müntehap meyvesi olan Hazret-i Peygamberle (a.s.m.) anlam kazandı. Ondaki sıcaklık, varlığı anlamlı kıldı.
İnsanlık köyü, onunla (a.s.m) güzelleşti.
19.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|