Dünya hayatının imtihanında başarılı olmanın bir çok yollarından biri de insanlarla olan münasebetlerimizdir. Sadece kendimizi düzeltmemiz, iç dünyamızda kendimizle barışık olmamız yetmemektedir. Kendi nefsiyle mücadelede başarılı olan bir insanın gerçekleştirmesi gereken ikinci hamle insanlarla iyi bir münasebet içinde olmaktır.
Kâinatın Yaratıcısı kendi mahlûklarını yine kendi mahlûklarının şerrinden korumak için bilhassa şuur sahiplerinin uyması gereken mükemmel bir nizam kurmuştur yeryüzünde. İmtihana tabî tutulmuş insanlar dışındaki bütün mahlûkat görevlerini eksiksiz yaparken, hayır ve şer arasında tercih yapmakta serbest bırakılan insanoğlu, zaman zaman şerri tercih ederek varlıklar arasındaki düzene aykırı hareketlerde bulunmakta ve yaratılıştaki âhengin bozulmasına sebep olabilmektedir.
Yaratılış âlemindeki ahengin bozulmaması görevi insanlara verilmiş ve ancak bu yapıcı görevini yerine getirdiği takdirde imtihanı kazanmada önemli bir adım atmış olabileceği vaaz edilmiştir. “Kul hakkı”nın imtihanda başarılı olmada önemli bir yere sahip olmasının temelinde, insanların hemcinsleriyle iyi geçinmesi ve onlara zarar vermemesi gerçeği yatmaktadır.
Yaratılan her mahlûka iyi davranmak inanmanın önemli bir kuralı olmakla beraber bunların içinde insanlarla olan münasebetler en çok önem verilen konudur. Bu durum da bize gösteriyor ki, ahiretteki ebedî saadeti kazanmanın yolu dünya hayatının yaşanış şeklinden geçmektedir. Başta insan olarak, yaratılan bütün mahlûkatla uyumlu bir dünya hayatı yaşayan bir insan, ahireti kazanma yolunda önemli bir adım atmış demektir. Buradan, Hâlık-ı Kerimimiz olan Allah’ın rızasını kazanmanın önemli bir yolunun insanlarla olan münasebetlerimizden geçtiğini de anlamaktayız.
Bu dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanmanın sadece ibadetle mümkün olmayacağı ve ibadetle birlikte bir insan olarak bizimle münasebettar olan bütün mahlûkatın haklarına riâyet etmemiz gerektiği gerçeği İslâm dininin hem dünya hayatına, hem de ahiret hayatına baktığı sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Evet dünya hayatı ahiret inancı olmadan bir değer ifade etmemektedir, ancak ahiret hayatının dünyada kazanılabileceği gerçeği de bize dünya hayatının bu cihetle oldukça önemli olduğunu göstermektedir.
Meseleye Allah’a hakikî bir kul olma nokta-i nazarından bakarsak, dünyanın da çok ehemmiyetli olduğu gerçeğini anlarız. Dünya, ebedî hayatların kazanıldığı, kâinattaki mükemmel nizamın tefekkür edildiği, Kâinat Sultanına hakkıyla kul olunduğu bir mekândır. İmtihanlı dünya olmasaydı insanlar meleklerden de daha üstün bir mertebeye çıkma imkânını bulamazlardı herhalde. O halde ölüm gibi zahiren çok acı hâletleri de olsa, dünya hayatının görünmeyen çok hikmetleri bulunmaktadır. Bu cihetle Rabbimizin isimlerinin önemli bir tecellî yeri olan dünyamızı sevmek zorundayız.
Dünyayı sevmek için, öncelikle dünya üzerinde en şerefli mahlûk olan insanları Yaradandan ötürü sevme ve kendimizi onlara sevdirme ameliyesini unutmamamız gerekir. Bizler sadece insanların insanca olmayan davranış ve düşüncelerini sevmeme hakkına sahibiz. Asrın büyük âlimi Bediüzzaman, insanları yüz kapılı bir hana benzetmekte ve bazı kapıları kapalı olsa da açık bazı kapılardan bu hana girebileceğimiz gerçeğini bize hatırlatmaktadır. Bu demektir ki, insanlarla olan münasebetlerimizde toptancı bir yaklaşım göstermememiz gerekir.
Görebileceğimiz insânî yönleriyle temas kurduğumuz bir kısım insanlara İslâmın yüce hakikatlerini anlatmamızın ehemmiyetini Peygamber Efendimiz (asm) muhtelif hadisleriyle ifade buyurmuştur. Bunlardan birisi “Bir insanın imanını kurtarmanın sahralar dolusu koyun tasadduk etmekten daha hayırlı olduğu” meâlindeki hadis-i şeriftir. Ayrıca komşu hakkına Yüce Peygamberimizin (asm) sıkça vurgu yapması ve insanlara teşekkür etmeyenin Allah’a şükredemeyeceği gerçeğini bize hatırlatması, hemen hemen bütün insan tipleriyle münasebetin ehemmiyeti konusunda bize oldukça önemli mesajlar vermektedir.
15.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|