Olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde incelerken düştüğümüz temel yanlışlardan biri; çoğunlukla zahiri sebepler üzerinde takılıp kalmamız, meselelerin bir türlü özüne inemeyişimiz, problemlerimizi belirlerken de önceliklerimizi ötelememizdir. Aileden başlayarak, eğitim, siyaset, hukuk gibi hayatın her alanında bu yanlışlığa düşmekten bir türlü kendimizi kurtaramıyoruz; adeta şeytan taşlamaktan Kâbe’yi tavaf etmeye vakit bulamıyoruz.
Benliğimizi kuşatan, fikir dünyamızı altüst eden, varlık sebebimizin ne olduğunu bize unutturan, bu tür sorgulamaları aklımızın ucundan bile geçirtmeyen bir keşmekeşin içindeyiz son günlerde. Bu kargaşadan nasıl kurtulacağımızı tartışıp duruyoruz. Çözümü siyasette ararken de kendimizi ihmal ediyoruz.
Aslında her şey ne güzel başlamıştı değil mi? Ülkemizi sosyo-ekonomik sıkıntılardan kurtaracak, millete özlediği refaha kavuşturacak AKP, kendi içinden “dindar cumhurbaşkanı”nı da seçerek gücünü perçinlemiş, adeta “mutlak bir iktidar” sahasını kendine açmıştı; ya da onlar buna böyle inanmışlar biz de öyle sanmıştık. Şimdi neleri tartışıyoruz? AKP kapatılacak mı? Kapatılırsa bunun etkileri nasıl olacak? Ordu-siyaset-yargı mengenesine sıkışmış demokrasimizi bu cendereden nasıl kurtaracağız? Ergenekon nasıl sonuçlanacak? Hakkında kapatılma dâvâsı açılmış bir parti gizli kodları çözümleyebilme dirayetini gösterebilecek mi? Acaba bu, vb. soruları bugün için cevaplamak bizim temel meselelerimizi çözer mi?
Bu noktaya nasıl geldiğimiz sorusunun cevabını hemen bugünlerde aramak da bizi doğru sonuçlara götürmeyebilir. “Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar” şeklinde özetleyebileceğimiz bir bozulmaya işaret eden bir şikâyetin özüne inilemediği için koca bir imparatorluk çöktü, bir medeniyet tarumar oldu. İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte de ihmal edilen hep insan unsuru oldu. “Şu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek” uyarıları dikkate alınmadı. İmparatorluğun kurulmasını sağlayan, büyük rüyalar gören insan tipi Doğu-Batı dualitesinin kurbanı yapıldı. Bizdeki çağdaşlaşma-modernleşme hareketleri pratikte toplumsal bir değişime sebep olurken özünde buhranlar içinde kıvranan insan ve toplum tipini meydana getirdi.
Sistemleri insanlar kurarlar. Ne kadar mükemmel bir sistem kurarsanız kurun, özünde bu sistemi yönetecek ve ona sahip çıkacak doğru insanlarınız yoksa kurduğunuz o sistemin yozlaşmasını seyretmekten başka da elinizden bir şey gelmez. Bugün de yaptığımız budur.
Fikir dünyamızı altüst eden, bizi ümitsizliğe iterek bezdiren tartışmaların içinde nefes alamaz hale geldik. Bu karmaşa içinde tüketilen bir ömür, ihmal edilen nesiller, yitirilmiş bir gelecek… En önemlisi Yaratıcı-kul ilişkisini zedeleyen insanların tehlikeye attığı sonsuz bir ömür… Önceliklerimizi belirlerken elimizin yetişmediği yerlerdeki problemleri birincil meselemiz haline getirme alışkanlığından kurtulmalıyız. Dağların ötesindeki problemlerden ziyade burnumuzun dibindeki; evimizin, daha da özelde kalbimizin içindeki problemlerle yüzleşmeliyiz.
Bu sebeple, kıskandırıcı bir güçle iktidara gelen bir hükümetin en büyük ve ilk projesi aileyle ilgili olmalıydı. Kendi zenginini oluşturup, çevresine avanslar dağıtıp kendi iktidarını perçinlemeye çalışmak yerine ailelerimizi çözülmelerden kurtaracak, aileyi ayağa kaldıracak projeler geliştirilmeliydi. İnsanımızın tekrar büyük rüyalar görmesini sağlayacak, asırlardır aradığı ruhunu kendisine geri verecek eğitim projelerine öncelik verilmeliydi. Kirli bir siyasetin peşinden yıllarca koşturduğu gençlerine; özünde paylaşmayı, bir arada yaşamayı, bir insan olarak karşısındakine değer vermeyi öğretebilecek projeler öne çıkmalıydı. İktidarı ele geçirmenin her şeyi çözümleyeceği yanılgısına düşmeden önce İslâmî çevrelerin de üzerine düşen; kalblerdeki ihtilâli gerçekleştirecek içe bakış, öze dönüş muhasebeleri olmalıydı. Sonuç olarak, bunlar olmadığı sürece bu kısır döngü içinde, bezgin bir halde hayal kurmaya devam edeceğiz.
15.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|