Türkiye'nin AB üyesi olmasına karşı çıkanlar, zihinleri alabildiğine bulandırmaya, ortalığı alabildiğine karıştırmaya çalışıyor. Belli ki, bütün güç ve sermayelerini ortaya koymuş durumdalar. Bunların mevcudu az olmasına rağmen, gürültüleri fazla çıkıyor.
Ülkemizin AB'ye tam üye olmasına taraftar olan çoğunluk ise, ne hikmetse hem sesini fazla yükseltmiyor, hem de diğer taraf kadar ciddî bir gayret sergilemiyor. Dolayısıyla, AB yolunda sağlıklı bir ilerleme kaydedilemiyor.
Bazan çok güzel ve ileri doğru parlak bir hamle yapma hazırlığı içindeyken, bir de bakıyorsunuz ki, hiç hesapta görünmeyen bir aksilik çıkıveriyor ve sizi olduğunuz yerde duraklamaya mecbur ediyor, mahkûm ediyor.
Aslında, ortada bir mecburiyet durumu falan yok. Karşılaşılan hemen bütün engeller, provokatif senaryolardan ibaret. Aksi halde, son elli yıldır işbaşına gelen hemen bütün hükümetlerin istediği, programına aldığı ve bir şekilde ileriye doğru götürmeye çalıştığı bir süreci kim hangi güce dayanarak engelleyebilir, kim hangi kuvvete dayanarak bunu geriye sardırabilir?
Demek ki, AB üyeliğine karşı gösterilen mukavemetin tek dayanağı var: Provokasyon.
* * *
Bu meselede dikkat edilecek önemli bir husus da şudur: Türkiye'nin AB üyeliği meselesi, öyle "evet" diyenler ile "hayır" diyenlerin orantısından ibaret bir mesele değil. Bu konuda Türkiye'de veya Avrupa da yapılacak anketlerin, yahut referandumların nisbeti önemli elbette; ancak, asıl mesele bu da değil.
Asıl mesele, belirlenmiş olan hedeftir. Dolayısıyla, o hedefe kilitlenmek de, en önemli dayanağın itici gücünü oluşturmalı. Buna göre, illâ da üye olmak diye bir mecburiyet, bir mahkûmiyet durumu ortadan kalkmış oluyor.
Yani, AB'ye üye olur veya olmazsınız; sizi üye yapar veya yapmazlar. Bu noktaya kilitlenmek, bu basit noktaya takılıp kalmak yok. Asıl hedef, asıl maksat bu değil ve olmamalı da.
Asıl hedef şu olmalı: Avrupa Birliği, bu coğrafyada bugüne kadar gelinmiş en yüksek, en kaliteli, en güvenilir bir medeniyet projesidir.
Aslolan, bu projeye bağlanmaya, kilitlenmeye, entegre olmaya çalışmak. Zira, bu proje, bir tek ülkenin, bir tek milletin, bir tek inancın malı olmadığı gibi, kimsenin ipoteğinde de değildir.
Bu toplulukta yer alan üye ülkelerin ortak meclisi, bir kere insanlığın zararına olacak veya herhangi bir milletin aleyhine olacak bir kararı benimsemez; böyle kasıtlı kararların altına imza atmaz ve bir başka millete karşı kin ve husumete dayalı bir icraatın içinde yer almaz.
Hani, tek devlet, tek millet olsaydı, belki tersi bir durum olabilirdi. Fakat, 20-30 ülke temsilcisinin içinde bulunduğu ve hemen her meselenin açık ve şeffaf bir şekilde konuşulduğu bir meclisten, insanlığın zararına bile bile ve göz göre göre birtakım kararların çıkması beklenemez.
Bugünkü Avrupa, eski Avrupa olmadığı gibi, şimdiki AB ise eski Avrupa hiç değildir. Aksi yöndeki düşüncelerin, daha çok yersiz vehim ve kuruntulara dayalı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hani, bazıları bunların topuna birden "Haçlı ruhu" der, işin içinden sıyrılmaya çalışır. Oysa, bugünkü Avrupa'da ve dünyada o Haçlı ruhundan çok daha beter menhus ruhlar vardır ki, bunlara karşı dindar İsevîlerle müşterek hareket etmeyi dahi bir kazanç olarak kabul etmek durumunda kalırsınız.
İşte, şimdiki AB'nin kabul ettiği genel kriterler ve bilhassa Türkiye'den atılmasını istediği adımlar, bu açıdan da büyük faydalar sağlayacak nitelikte.
* * *
Uzun zaman içinde gelinen merhaleyi daha net bir şekilde ifade ederek bitirmeye çalışalım.
AB parlamentosu Türkiye'den ne istiyor? İnancınızı, örfünüzü çiğneyin, geleneklerinizi değiştirin diyor mu? Hayır.
İstenenler şudur: Daha fazla demokrasi, daha fazla hürriyet, daha fazla insan hakları... Ne güzel işte...
Bunlardan kim niye rahatsız olsun ki?
Ayrıca, hukuk, sağlık ve eğitim alanında, ekonomik konularda, gıda ve çevre temizliği meselelerinde de, Türkiye'nin daha ileri, daha kaliteli, daha güvenilir bir seviyeye gelmesini istiyor.
Bunları biz niye istemeyelim ki? Ama, demek ki bütün bunları istemeyenler de var içimizde. Kànunlarına dokunulmasın, tabularına dokunulmasın istiyorlar.
Oysa, "bizim kànunlarımız" dedikleri şeyler dahi, bizim değil, yerli değil; düpedüz ithal şeyler bunlar. Hem de, eski köhne Avrupa'dan ithal edilmiş şeyler...
Bundan da anlaşılıyor ki, AB karşıtlarının samimiyet derecesi dahi tartışmalı.
O halde, dahilî veya haricî herhangi bir engele takılmadan, AB hedefine kilitlenmek gerekir.
Bu kilitlenme hali, sosyal hayatımız için önem arz ettiği gibi, siyasî hayat itibariyle de büyük önem taşıyor.
Dolayısıyla, işi sıkı tutmak durumundayız. Altı yıldır iktidarda olan siyasiler, bu işi gevşek tuttukları için, hiç ummadıkları bir sıkıntıya mâruz kaldılar. Bu sıkıntıdan kurtulmak için de, belirlenen hedefe sımsıkı sarılmak durumundalar. Zira, karşı cenahtakilerin zerrece bir acıması, bir merhameti yoktur.
21.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|