Herkesi olduğu gibi görmek ve göstermek lâzım. Abartmalar, kabartmalar, köpürtmeler, çoğu zaman tersine inkılâp eder.
Boşuna "Mübâlâğa zemm–i zımnîdir" denilmemiş. Yani, bir şahıs hakkında abartılı medihnâmeler düzmek, aslında o şahsı bir anlamda küçük düşürmeye çalışmak demektir.
Ne yaparsınız ki, bazı insanların zayıf bir damarıdır; ille de mübâlâğa ile anlatacak. Hakikî Ziyaeddin yerine, hayalî Ziyaeddin'i nazara verecek.
Bu ise, yanıltıcı, aldatıcı olmanın da ötesinde çoğu kez sahibini karamsarlığa iter, sukût–u hayale uğratır.
Ziyade hüsn–ü zan, ayrı meseledir. Bunun kişiye fazla bir zararı dokunmayabilir. Ama, tutup aynı hayal dünyasına başkasını çekmeye çalışmak, hele hele hayal ile hakikatı büsbütün karıştırarak umuma ilânât yapmak, son derece mesuliyetli, vebâlli bir iştir.
* * *
Bir kimse dindarsa dindar, değilse değildir. Bunu zoraki veya uydurma bir tarz-da değiştirmeye kalkışmanın kimseye bir yararı yok.
Bilhassa 12 Eylülcüler, bu yola fazlasıyla tevessül ettiler. Cuntacılar, hemen her vesileyle M. Kemal'in ne kadar dindar, muttaki olduğunu anlatmaya çalıştılar.
Ancak, bu gayretkeşlikleriyle muhakeme sahiplerini hiç de ikna edemediler. Sadece, bir kısım cahilleri, safdilleri yanıltmakla kaldılar, o kadar.
Aslında onların yaptığı bir çeşit yalancılık ve yaranmacılık işiydi.
Daha evvelden olmayan veya pek nadir rastlanan bu yaranmacılık adeti, 12 Eylül'den sonra ne yazık ki bir derece revaç buldu. Bunun hiçbir faydası olmamasına rağmen, kimileri için bayağı cazip geldi.
İşte o yalancı cazibeye kapılanlardan bir misâl: Yeniçağ'da çıkan bir 10 Kasım yazısında, M. Kemal'in sekerat anında birkaç kez "Saat kaç?" diye sorduktan sonra, "Ve aleykümselâm" diyerek son nefesini verdiği iddia ediliyor.
Uydurmanın bu kadarına pes doğrusu... Hani "Saat kaç?" diye sorduğunu başındaki doktorların naklettiği rivâyet ediliyor.
Ancak, son nefeste "Ve aleykümselâm" dediği ise, tamamıyla bir yalan ve uydurmadan ibaret. Siz buna atmasyon da diyebilirsiniz.
Zira, bunun hiçbir yerde delili, ispatı, tesbiti yoktur. Kaldı ki, söz konusu mevkutede de bu iddianın belgesinden kaynağından hiç söz edilmiyor.
O halde, böylesi bir kandırmacaya neden gerek duyuluyor, anlamak kolay değil.
Zaman zaman gündeme damgasını vuran tesettür ve başörtüsü meselesinde, kimi dindarların Zübeyde Hanımın resimlerini nazara vererek, bu noktada M. Kemal'in dindarlık tarafına sığınma ihtiyacını duyma ezikliğine de şahit olmaktayız ki, buna bakıp esef duymamak elde değil.
Kardeşim, buna neden gerek duyuyorsun ki? M. Kemal, “Beni ille de dindar gösterin” demiş mi? Keza, bilhassa 1924'ten sonra yakın çevresinde hasseten tesettürlü kadınlar bulundurmuş mu? Onları tesettürlü giyinmeye teşvik etmiş mi? Ee, o halde derdiniz ne?
Tarihin yorumu
Galata Köprüsü’nden
raç ve yaya geçişi ücretliydi
Bu tarihten iki sene evvel bir Alman firması tarafında inşa edilen Galata Köprüsü, 14 Nisan 1912'de İstanbullular'ın hizmetine girdi.
466 metre uzunluğunda, 25 metre genişliğinde yapılan bu köprü için, Almanlar'a toplam 350 bin altın lira ödeme yapıldı.
Bunca masraf yapılarak inşa edilen köprüdeki geçişler de uzun yıllar belli bir ücrete tabi tutuldu. Yaya ve süvari dahil, 1930'a kadar köprüden her türlü vasıtanın geçişi de ücretliydi.
* * *
1990'lı yıllarda yerine yenisi yapılan şimdiki Galata Köprüsü, zemine çakılan demir kazıklar üzerinde duruyor. Bir önceki ve ondan evvelki köprüler ise, daha çok fıçılar ve dubalar üzerinde inşa edilmişti.
1912'de hizmete giren eski köprü, emekliye ayrıldıktan sonra, Haliç üzerinde Ayvansaray ile Hasköy'ü birbirine bağlayan nostaljik bir köprüye dönüştürüldü.
Şair Orhan Veli Kanık, eski Galata Köprüsünden etrafı temaşa ederken, gördüğü manzarayı şu mısralarla tasvir ediyor:
Dikilir köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, suya suya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çimacıdır halat başında;
Kiminiz kuştur, uçar, şairane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer köprünün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz...
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli içinizde?
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.
14.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|