Türkiye’deki ulusalcı kesim güya Bush düşmanı ve Amerikan karşıtı. Gerçekte öyle mi? Hayır. Hayat tarzları ve en azından dine olmasa bile İslâma bakışları aynı. Kimse bunun aksini iddia edemez. Bush 11 Eylül vak’asından hemen sonra göstermiş olduğu ilk reflekste ‘Onlar bizim hayat tarzımıza saldırıyorlar’ demişti. İlk intiba ve ilk refleks önemlidir zira şuur altını ortaya döker. Bu bakımdan daha sonra Bush ve ahbabları te’vil etseler de kullandıkları Yeni Haçlı Seferi zihinlerde yer etmiş ve bu algıyı perçinlemişti.
Bizdeki ulusalcı kesimlere baktığımızda da Bush gibi konuştuklarını görüyoruz. Bush’un Bin Ladin ve adamları için söylediği şeyi onlar AKP için söylüyorlar. Gerçekten de AKP onların hayat tarzlarına bir tehdit oluşturuyor mu? Ömer Çelik’in yandan çarklı bir şekilde Deniz Baykal’ın masasını kaliteli İtalyan şaraplarıyla takviyesine bakacak olursak, hayır. Ama onların hayat tarzları ne ola ki? Hayat tarzları, laiklikmiş. Peki laiklik diye bir hayat tarzı mı var? Türkiye’nin sayılı sosyologlarından Mümtaz’er Türköne geçtiğimiz günlerde UTESAV’ın konuğuydu. Yaşadığımız sürecin bir analizini yaptı. Elbette katılmadığım yönler vardı. Bununla birlikte, Türkiye’deki laiklik algılamasını veya anlayışını gerçekten de güzel tarif ve analiz etti. Bunun gerçek laiklikle hiç alâkasının olmadığını da örnekleriyle ortaya koydu. Türkiye’de algılanan laiklik anlayışının gayet arkaik ve ondan da öte skolastik olduğunu ve pozitivizme dayandığını ifade etti. Zira, laiklikten başka türlü bir hayat tarzı biçimi çıkarmak mümkün değil. Yargıtay Başsavcısı da iddianamesinde AKP’yi kendi Türkiye’lerinin hayat tarzına bir tehdit olarak tasvir ediyor ve dâvâyı bu zeminde yürütüyor. Halbuki bu anlayış felsefî bir dogma. Dogmatik yani tartışmaya kapalı olmasından dolayı da skolastik anlayışı barındırıyor. Skolastik düşünce tartışılmadan kabul edilen hakikattır. Skolastik laiklik anlayışı da otoriteye dayanır ve uzun uzadıya tezlerinin izahına imkân vermez. Yaşam biçimi önce mutlaklaştırılıyor ve sonra da dayatılıyor. Aslında bu iddianame bu açıdan ancak Celal Şengör gibilerinin kaleme alabileceği tarzda bir iddianame olmuş. Dinî düşünce aşağılanıyor ve dışlanıyor. Bu açıdan da aslında bizzat anayasanın kendisini ve ruhunu zedeliyor.
***
Aslında burada kendi yaşam tarzlarını korumaya çalışsalar ve diğerlerininkine de ilişmeseler mesele kapanıyor. Ama pradigmalarını da üniter kabul ediyorlar. Tevhid-i Tedrisat anlayışı gibi. Çoklukta birliğe bile razı değiller. Bundan dolayı da gökkuşağı veya mozaik gibi tabirlerden de alınıyorlar. Bu konudaki ihtiyatlarını veya hassasiyetlerini anlıyorsak da ötekine hayat hakkı tanımama gibi bir pozitivist ve Marksist veya Fukuyamacı ve tekilci pradigmayı içselleştirmek mümkün değil. Zira bu çatışmayı tetikler. Herkesin kanaatı muhteremdir. Aksi algılar ezelden beri kavga nedenidir. Siz, ‘hayat tarzımıza müdahale ediyorlar’ diye feryat ederken aslında başkalarına hayat hakkı tanımıyorsunuz. Geçtiğimiz gün Aydın Menderes ile Muhsin Yazıcıoğlu Ses kanalı’ndaydılar. Burada Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül ortamında yattıkları damları veya hücreleri kimi Marksistlerle nasıl paylaştıklarını anlatırken; “Hayat telâkki ve tarzlarımız farklıydı. Onlar Evrim ve Tekâmül’e biz de yaratılışa inanıyorduk. Netice itibarıyla, ‘leküm dinikum veliye din’ diyerek birbirimize ilişmiyorduk” dedi. Bu bana bir hafta kadar önce İslâmda höşgörü programında (El Cezire, eş Şeriatu ve’l Hayat) Kardavi’nin bir konuşmasını hatırlattı. Şöyle dedi: “Bizim yaklaşımımız: ‘Leküm dinikum veliye din’ tarzındadır. Ama onların yaklaşımı tam tersine, ‘lena dinuna vela leke dineke’ suretindedir...” Yani Müslüman ‘Benim dinim bana seninkisi sana’ der. Kardavi’nin çıkarımına göre ise karşı taraf bu cümleyi şöyle kurgular: “Benim dinim bana, ama sana din hürriyeti yok...”
Onlara Barroso laikliği bol geliyor anladık, peki Türkiye’deki ulusalcı kesimler kimi Avrupa ülkelerinde İslâma karşı küfredilirken neredeler? Onlara cevap vermek yerine Allahu Ekber diye nara atan ülkücüleri hafife almakla meşguller. Özdemir İnce gibi.
***
Hayat tarzları masun kalsın, ama onlar kendi hayat tarzlarını tekilci pradigma gereği herkese dayatmak istiyorlar. Gerektiğinde İslâmı dışlıyorlar gerektiğinde de başörtüsü yasağını İslâmîleştirerek guya İslâmı da kanatları altına alıyorlar! Düpedüz hazımsızlık. Emre Aköz de ‘İrticaî yaşam biçimi’ başlıklı yazısında aynen Türköne’nin tesbitlerine katılıyor: “Merak ediyorum. ‘Yaşam biçimimize müdahale edecekler’ diyenler, malûm ‘kapatma iddianamesine’ göz atma fırsatı buldular mı acaba? Orada ‘laikliğin’ bir ‘yaşam biçimi’ olduğu iddia ediliyor. Bunu okuduğumda şaşırdım kaldım! Çünkü ‘laik yaşam biçiminin’ nasıl bir şey (ne menem!) olduğunu bilmiyorum. Acaba laik yaşam biçimini anlatan bir kılavuz, bir el kitabı, bir prospektüs bulunur mu ?...”
14.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|