Türksolu gazetesi’ adlı sitede Ali Özsoy’un kalame almış olduğu III. Abdulhamit kitabı şöyle tanıtılıyor: “TÜRKSOLU Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ali Özsoy, bu kitabında Tayyip Erdoğan iktidarının bir bilançosunu çıkarıyor. 3. Meşrutiyet darbesinin sonucu olarak iktidara gelen AKP’nin icraatlarını inceleyen Ali Özsoy, Erdoğan’ın adeta yeni bir Abdülhamit haline dönüştüğü tespitine ulaşıyor. Ege’den Kıbrıs’a, güneyimizdeki kukla Kürt Devleti tehlikesinden Ermeni meselesine, Türkiye’nin temel dış politikalarında verilen tavizleri Osmanlı’nın parçalanma süreciyle karşılaştırıyor. Tayyip Erdoğan iktidarı da tıpkı Abdülhamit iktidarı gibi emperyalist güçlere tavizler verirken ülke içerisinde koyu bir istibdada yöneliyor ve Şeriatçı uygulamalara girişiyor. Türkiye’nin Batılılaştırılması aynı zamanda bir mollalaştırılma sürecine dönüşüyor. Aynı zamanda, III. Abdülhamitçiliğe karşı diriltilmeye çalışılan bir başka uğursuz gelenek İttihatçılığa karşı da, gerçek kurtuluş yolu olarak Atatürkçülük ve Kuvayı Milliye öneriliyor...”
Buradan iz sürmeye devam edecek olursak, dünkü tarih, yani 12 Nisan (13 Nisan’ın arefesi olarak) çok önemliydi ve önemine binaen de yeni İttihatçılar veya ulusalcılar hiç boş durmadılar ve günün anısına Ankara’da Ulusal Egemenlik Gösterisi tertip ettiler. Avni Özgürel onların komitacılık yönlerine şapka çıkarmakla birlikte yaman bir mitingçi olduklarını da hatırlatır. Demek ki bu noktada da soyaçekimle siyasi atalarına benzemişler. Bu tarihi münasebeti, Ankara’da Ulusal Egemenlik Gösterisiyle tes’id etmişler.
Günümüzde İttihatçıların yerini alan ve onların misillemecileri veya rövanşiştleri olan Ulusalcılar bugünün mânâ ve ehemmiyetini böylece kendilerine göre değerlendirmiş ve kutlamış oldular. Bu tarihi hadiseyi ‘Gericiliğe ilk darbe’ olarak değerlendiren Alev Çoşkun sözlerini şöyle açıyor: “Tarihte ‘31 Mart Olayı’ olarak geçen irticai hareket, miladi takvimde 13 Nisan 1909 tarihine denk gelmektedir. Ordunun bu hareketi bastırması irticai harekete karşı ilk darbedir...” 28 Şubat sürecinde Kıvrıkoğlu, ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ demesine benzer bir şekilde ulasalcı rövanşistler de Hareket Ordusunun İkinci Abdulhamid Han’a karşı kalkışmasını tarihte dönüm noktası olarak değerlendirerek adeta bunu sonsuza dek yaşatmaya çabalıyorlar. Ve her çığlığını aleyhlerinde zannetmeleri misalindeki gibi her siyasetçiyi de Sultan Hamid diye yaftalıyorlar. Belki yüz yıl sonraki kalkışmaları da son darbeleri olacaktır.
***
Antalya’daki öğrenci olayları da bu geleneğin bir devamıydı. Zira, 31 Mart vakasında her ne kadar Avcı Taburları varsa da medrese talebelerini de gözardı etmemek lazım. Hamid yanlısı medrese talebelerinin yerini Cumhuriyet döneminde bilahare üniversitelerde yeni düzenin taraftarları almıştır. Kifayet miktarı rejim veya düzen yanlısı talebe bulunamıyorsa bilvekale kışkırtma ve kamplaşmalardan medet umuluyordu. Bunun için de her eğilimin tarlası önceden sürülüyordu. 27 Mayıs sürecine giden süreçte de öğrenciler tahrik edilmiştir. Aslında baş tahrikçiler de Hasan Celal Güzel veya Ergün Göze gibilerin kapsamlı analizleri doğrultusundaki gibi ‘kara cübbe’liler olmuştur. 12 Eylül öncesinde de benzeri kamplaşmalar yaşanmıştır. Bu bağlamda, Kanal 7’de yapılan İskele Sancak programında (11/4/2008) Antalya olayları tartışıldı. Aslında, bütün konuşmacılar birbirini tamamladı. Hemen hemen bütün katılımcılar olayların toplum mühendisliğinin bir parçası olduğunu ve bu mühendisliğin icraatını kutuplaşma ve kamplaşmalar üzerinden gerçekleştirdiğini söylediler.
Bu bağlamda, Muhsin Yazıcıoğlu, Bedreddin Demirel’in bir sözünü hatırlattı: “Aslında biz darbeyi 1979 yılında yapacaktık ama olgunlaşmasını bekledik...” İnsanlar terörize edilerek darbenin zemini, meşruiyet gerekçesi ve altyapısı hazırlanmış ve ondan sonra 5 bin kişinin kanının üzerinden birileri kurtarıcı olarak sahneye çıkmıştı. Sahneye çıkanlar ile sahnenin gerisindekiler aslında aynı kişilerdi. Sahnedekilerin yaşanması için sahne gerisinin yaşanması gerekiyordu. 12 Eylül döneminde Mehmet Ali Ağca’nın yakalanması sırasında birlikte kaldıkları ve aynı ortamı veya hücreyi paylaştıkları Türkeş, Oral Çalışlar’a şöyle bir itirafta bulunacaktır: “Bizim bilgimizin ve etkimizin dışında birileri bizim (ocaklardaki) çocuklara el atıyor ve kullanıyor...”
Aslında bütün söylenenler aynı kapıya çıkıyor. Muhsin Yazıcıoğlu kullanmayı biraz kibarlaştırarak istismar olarak değerlendirdi ama herkes ister kullanma veya ister istismar olsun belirli kanat veya hareketlerin Olgaçay’ın deyimiyle ‘badbükat’ sistemi veya aynı merkez tarafından kullanıldığını ortaya koyuyor.
***
İttihatçılar medrese ve ehline karşı olduklarından dolayı bugün İsrail’deki kimi laik kesimler gibi medrese talebelerinin de mecburi askeri hizmete alınmasını istiyorlardı. Medrese talebeleri de bundan rencide olmuşlardı ve arada sürtüşmeler yaşanmıştı. Hareket Ordusu İstanbul’a gelişinde Fatih ve Süleymaniye Medreselerini de basarak bazı talebeleri öldürdüğü rivayet edilir. Şimdiki gerilim ve kutuplaşmada medrese talebeleri ortadan kalkmışsa da onun yerini başörtüsü almıştır. Velhasıl rövanş fasıllarıyla birlikte millet olarak bugünden ziyade tarihi bir kurgu içinde yaşıyoruz.
Not:
Önceki yazımda Rıza Tevfik Bölükbaşı yanlışlıkla NeyzenTevfik olarak yer almıştır. Düzeltir. Özür dileriz.
13.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|