Türkiye’mizin “Güneydoğu” ve İkinci Avrupalıların “Kürt Meselesi” olarak seslendirdikleri plân ve projede Kürt halkının “yok” denilecek kadar inisiyatifsiz bırakılması sizin de dikkatinizi çekiyordur. Bu mesele Avrupa ve Amerikalı tahribatçılarca Batılıların en mahallî medyasında ele alındığına göre, hadisenin Türkiye’den ve Türkiye’deki Kürt halkımızdan tamamen farklı bir boyutta cereyan ettiğini söyleyebiliriz.
Güneydoğu ve doğu bölgemizin barışını bozmak, bölgedeki milletlerin demokrasiye geçişlerini engellemek, Avrupa ile Asya barışlarını sabote etmek, felsefe medeniyeti ile Kur´ân medeniyetinin musalahalarını ortadan kaldırmak adesesinden de bakmamızın gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Meselâ, Kürt meselesi olmasaydı, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları başarıya ulaşır mıydı? Birinci Körfez Savaşıyla Şiî-Arap ayağı ve İkinci Körfez Savaşıyla da kuzeyde kurdukları uydu devletçikle hedefine ulaşan “modern bolşevizm”, Kürt meselesi olmadan bugün ulaştığı noktaya ulaşamazdı. Bir milyondan fazla masum katledilmezdi… Haim Naum’un, Asya ve Osmanlı’yı tutuşturmak üzere “ırkçılık meşalesini” Amerika´dan yakıp Lozan’a, Lozan’dan Ankara’ya ve Ankara’dan da Mısır’a koşması, tarihin nazardan zinhar kaçıramayacağı bir hakikattir. Bu mânâda hem Kemalizmin inşasında, hem de Baas rejiminin kurulmasında Haim Naum’un meşalesinin büyük katkıları vardır. Haim Naum’un M. Kemal ve İsmet ile başlattıkları “Türkçülük projesinin” zaman içinde doğuda “Kürt Meselesi” ve Güneyimizde ise “Arap Baasçılığı” tarzında yansıma bulacağını önceden tahmin etmek mümkün müydü? Fakat ırkçılık fitnesiyle bu coğrafyanın daha fazla diktatörlükler döneminde ve bizde ise ihtilâller sonrasında tahrip edildiği de gözden kaçmıyor. Cumhuriyetin ilk dönemindeki “Takrîr-i Sükûn” kararını müteakiben yüz ellibin kişinin katli ve bir o kadar insanın yurdundan yuvasından sürgününü diktatörlükten başka bir şeye veremezsiniz. Çok partili döneme geçen Türkiye’de “Kürt Meselesi” problem olmaktan çıkmıştır. O günkü zalimlerin, “Bağdat Paktı”nı kuran devletlerin idarecilerini ihtilâllerle hunharca cezalandırmasıyla başlayan fitne, bizdeki her ihtilâlden sonra adeta azmıştır. İhtilâllerden hemen sonra bölgeye yönelik başlatılan karışıklık ile ihtilâli yaptıranlar arasındaki münasebetleri takip edenler, “Kürt Meselesinin” nasıl küresel bir savaşın anahtarı olduğunu daha net görürler.
12 Eylül’ü sorgulayamayan hiçbir siyasî inisiyatifin Türkiye’de iktidar olamayacağını zaman göstermiştir. İhtilâlcilerin icazetiyle iktidara gelen hükümetlerin, darbelerin sivil hayatta biraz daha kalıcı olmasını sağladıkları da bir vakıa… Zira, milletle ciddî bir münasebeti olmayan, lider sultasına dayalı ve yalnızca vitrinlerle uğraşılan hükümetlerin; Amerika ve Avrupalı huzur ve barış düşmanlarının yaptırımlarına karşı koyacak gücü olamaz. Olsaydı, önceden mahiyeti bilinen yirmi kişiyi güya demokratik yollarla meclise sokup, sonra da “kayıkçı kavgasına” tutuşmazlardı.
Küresel tahripkâr cereyanın—buna modern komünistler de diyebiliriz—en çok karşı olduğu hareketin bölgedeki “hürriyet ve demokrasi” olduğunu da burada vurgulamak gerekiyor. Bölgeye hürriyet ve demokrasi gelmeden “Kürt Meselesini” ekonomik rüşvetlerle çözmeye yeltenenler; hem kendilerine, hem de ülkeye zarar veriyorlar. Onların rüşvetleri, neoliberallerin bölgede dağıttıkları meblâğların yanında devede kulak kalır. Hürriyet, adalet, demokratik işleyiş ve dinî eğitimin buradaki fitnenin panzehiri olduğunu bilenler her ne hikmet ise, seslerini çıkaramıyorlar. Bölgedeki fitnenin mahiyeti dinsizlikten kaynaklanıyor: Avrupa’daki dinsiz felsefenin talebeleri bu bölgeyi ifsat ettiklerinden, bilhassa Risâle-i Nur merkezli bir eğitiminin verilmesi çok önemlidir. Burada şu ikazımızı da seslendirmek istiyoruz: Siyasî partiler, kaynağı belli olmayan ve “hayır fonları” tarzında lânse edilen paralara zinhar yanaşmasınlar. Önce o paraları zorla verirler, sonra da alanları “hain-i millet” ilân ederler. Aman dikkat!
Netice olarak şu hususu tekrarlamak istiyoruz: Türkiye´de “Kürt Meselesi” denilen hadisenin ancak yüzde yirmi beşi Kürtleri ilgilendiriyor. Diğer dörtte üçü küresel savaş taraftarlarının meselesidir. AB’ye iyi niyet ile yaklaşacak bir Türkiye, 1945’te olduğu gibi kendisini ikinci bir defa komünizmden, “modern bolşeviklerden” insaniyetperver ve İsevî Batı dünyasının ittifakı ve Allah’ın yardımıyla kurtaracaktır. Bu saatten sonra, Müslümanlığı ve Müslüman Kürtleri adam yerine koymayan Washington destekli “dinsiz ırkçıları”; ne dil ve kültür serbestisi, ne medya desteği ve ne de ekonomik rüşvetler tutamaz. Zira efendilerinin bu defa koydukları çıta biraz daha yükseklerde… Kemalistlerin dolaylı olarak yaptıkları yardımların önünü AB ile kapatamayan bir hükümetin de, bu saatten sonra derde deva olması fazla beklenemez.
11.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|