Ne tesadüf! Dink Cinayeti azmettiricileri arasında yer alan ve grup içinde ‘ağabey’ olarak anılan Erhan Tuncel’in BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte çekilmiş veya aynı karede yer almış fotoğrafları basına sızdırılınca veya ortaya çıkınca Yazıcıoğlu hem akılda kalan, hem de olan biteni özetleyen veciz bir ifade kullanmıştı: “Bizim tarlayı çok önceden sürmüşler...”
Anlaşılan o ki, MHP’nin tarlasını da o şekilde önceden sürmüşler. Benim Yakup Cemil’e benzeterek aslında Yakup Cemil’e haksızlık ettiğim Akdeniz Üniversitesi olayı kahramanı Ömer Ulusoy kalibre itibarıyla Yakup Cemil ile aşık atması ve eski tabirle onun ökçesine ulaşması veya ka’bına varması bile sözkonusu olamaz. Birlikte ele alınması zaittir. Ömer Ulusoy; gazetelerde yer alan serencamına bakılırsa ancak Yeşilçam’ın Coşkun Göğen’iyle yarış edebilir ve onun eline su dökebilir. Namı diğer tecavüzcü Çoşkun. Şair Eşref’in İkinci Abdülhamid Han hakkında ileri geri konuştuktan sonra vefatının ardından ruhundan istimdat istemesi gibi burada da sapla samanı birbirine karıştırmayalım. Burada da Yakup Cemil ile Ömer Ulusoy’u birbirine karıştırmak serapa haksızlık olur. Ama ne yazık ki bu işlerin kaderidir; hep aynı tip adamlar kullanılır. Tipin yapacağı işe uygun ve ehil olması gerekir. Birazcık psikopat bir ruh taşıması lâzım. Biraz kaçık ve maytap olması misyon gereğidir. Yakup Cemil olsa olsa Ömer Ulusoy’un patronu olurdu. Zira tetikçilik günlerinde vatan kurtarmak için cepheden cepheye sürülmüş ve maiyetine de azılı katiller ve tımarhane ve hapishane kaçkınları ve firarileri verilmiştir. Adam sıradan biri değildir. Hem muvazzaf subay hem de çarıklı erkân.
Kirli işlerde hep aynı taktik uygulanır. Sırplar Kosova’da böyle yapmıştır. MHP’nin başına gelenlerle halefi BBP’nin başına gelenler simetrik. Bundan dolayı, MHP’nin başına gelenleri en iyi Muhsin Yazıcıoğlu anlıyor. Damdan düşme meselesi. MHP’nin Antalya eski İl Başkanı Nizamettin Sağır da aynen BBP Başkanı Yazıcıoğlu gibi konuşuyor: “Ömer U. adlı kişinin soyismini televizyonlarda, bu olaydan sonra öğrendim. Onun öncesinde Ömer U., partinin etrafında gördüğüm tiplerden biri. Bu arkadaş, il başkanlığım döneminde aşağıdaki taksicilerden aldığım şikayet üzerine partiye giriş çıkışını yasakladığım bir vatandaş. Ama fotoğraflara dikkatli bakarsanız şunu görürsünüz, MHP’li yöneticilerin yanında fotoğraf vermeye çalışan bir adam. Onunla yöneticilerin hiçbir samimiyeti, sohbeti, konuşması yok, ama fotoğrafların bir tarafında var. Sosyal faaliyetler yaparken, arkamda duran kişiye ne yapmamı bekliyorsunuz? O vatandaşın fiilinden beni sorumlu tutabilmeniz için benimle onun gerçekten bir organik bağı olması lâzım. Türkiye’de komplo teorilerinin ucunu kaçırdık biz. Bu olayda provokasyon olduğu kesin.’’
***
Aslında bu medsus adamın (tarlaya önceden ekilmiş) gerçekten de MHP’nin misyonuyla bir bağlantısı olamaz. Dolayısıyla Erhan Tuncel’in BBP’ye yakınlığı neyse Ulusoy’un da MHP’ye yakınlığı odur. Nedenine gelince; MHP’nin son yıllardaki çizgisine baktığımızda kutuplaşmaların azami dışında kalmaya gayret etttiğini görmekteyiz. Dolayısıyla son hadise ile onun çizgisi örtüşmemektedir. Ülkücülük-Kürtçülük kavgasının tarafı veya bir parçası olmak istememektedir. Bu hususta devlet adına taraf olmak veya devletin yerine kaim olmak arzusunda hiç değildir. Vaktiyle bundan ağzı yanmıştır. Zira, bunun acısını 12 Eylül döneminde çekmiş ve büyük hayâl kırıklıkları içinde büyük bedeller ödemiştir. Bu itibarla, MHP de bütün diğer oluşumlar gibi sızmalara açık ve sahne olsa da yapısal olarak böyle provokasyona alet olması genel seyir çizgisiyle çelişmektedir. Muhsin Yazıcıoğlu da buna tanıklık etmiştir. Ve hadisenin MHP üzerinde kurgulanan açık bir komplo olduğunu söylemiştir. Nizamettin Sağır’ın tepkisi de zaten bu mahiyette idi. Bu bağlamda, MHP hakkında söylediklerine katılmamak mümkün değil: “Birkaç gün önce izlediğimiz olaylardaki manzaraya baktığımda ürperdiğimi ifade etmek istiyorum. Taliban sakallı, dazlak kafalı, alnında Zülfikar kılıcı dövmeli, ‘ben suç işleyeceğim’ diye bağıran bir kişi gayet rahatlıkla silâhıyla üniversiteye girebiliyor ve orada silâh kullanabiliyor. Bu insan bir siyasî partinin faaliyetlerinde özellikle görüntüleniyor. Ben buralardayım demek için ne lâzımsa onu yapıyor. Kirli ayağıyla her yere iz bırakıyor, ondan sonra da televizyonlara poz vererek şarjör değiştiriyor, şarjörüne mermi sürüyor. Bu kadar net senaryoların sahneye konulabildiğini görüyoruz. Bunları yapıyorlar da bunun karşısında istihbaratımız, üniversite yönetimimiz ne yapıyor. Neden bu güvenlik önlemleri alınmaz, bunun da altını çizmek istiyorum. Ekranlarda görünenlerin asıl arkasındakilerin ortaya çıkarılması gerekir. Kim bunlar ki çeşitli siyasi partilerin içine ajanlar sokarlar, sonra bu ajanları fotoğraf karelerinin içine alırlar, ekranlarda topluma gösterirler ve bunun üzerinden Türkiye’de siyaset üretmeye çalışırlar. Gerilimler üretmeye çalışırlar. Türkiye’de bunu ortaya çıkarması gereken bir mekanizma yok mu? Ne işe yarar bu millî istihbaratımız. Niye bunları bulup çıkarmazlar. Üç dört tane çocuğun ilâhi okumasını takip edenler, niye üniversitelerde bu provokasyonlar yapılmadan önce bunları ortaya çıkarmak için çalışmazlar.”
***
28 Şubat sürecinde en dik duranlardan biri olarak Yazıcıoğlu’nun gençlere de kulaklarına küpe olması için bir çift nasihatı var: “Biz büyük acılar çektik, gençler oyuna gelmesin. Bu filmi yıllar önce de seyretmiştik.” Akdeniz Üniversitesi’nde yaşananlarla ilgili birinci derecede sorumluluk mevkiinde olan Rektör Mustafa Akaydın pişkin bir şekilde: ‘Hedef benim’ diyor ve bir de bu hadisenin üzerinden kahramanlık üretmeye kalkışıyor! Gerçekten de hedefte kim var? AKP mi, onun ötesinde Türkiye mi yoksa Mustafa Akaydın mı?
11.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|