Muhterem Mü'minler!
Hayat düz bir çizgi gibi uzanıp gitmez. İnişi de vardır, yokuşu da... Bazen tatlı bir bahardır, bazen de dondurucu bir karakış.. Gün olur huzur ve mutluluk verir insana; gün olur, elem ve ıztıraptan yaşanılmaz hale gelir. Zıtlar iç içedir hayatta...
Yaşanan çok elem verici, çok sarsıcı bazı olaylar, durumlar vardır. Ölüm ve ayrılık gibi meselâ..
Bir halk şairimiz bu listeye bir de yoksulluğu ilave eder:
Üç derdim var, birbirinden seçilmez;
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm..
‘Ayrılık acısı’ deyip geçilmez. Bu acıyı ölümle bir tutanlar, hatta ölümden daha yakıcı bulanlar bile vardır.
Yine bir şairimiz der ki: Ölüm ile ayrılığı tatmışlar, elli dirhem fazla gelmiş ayrılık. Ayrılık birçok insanın kaderidir. Gurbete düşer, dost ve sevgililerinden ayrılır. Dostlar ondan uzaklaşır veya ölümle ayrı düşerler. Ne sebeple olursa olsun ayrılık bir hüzün ve ıztırap vesilesidir.
Ama ölümün de, ayrılığın da, yoksulluğun da, biricik ilacı ve çaresi, bizi ve kâinatı yaratan Allah’a iman ve kulluk etmektir, O’na tevekkül etmektir.
(Ey her şeyi hâlden hâle değiştiren Allah’ım. Bizi de değiştirdiğin bu hallerin en güzeline erdir ve değiştir.)
Bizim, insan olarak değişen, bin bir şekle giren hâlimizi biliyorsun. Yolların en güzelinde giderken, sırat-ı müstakim ashabının yolunu izlerken melceimiz, sığınağımız, rahmet Peygamberin, Habibindir. Onun izini kaybettiğimiz an, çöllerde yolunu kaybetmiş birer yolcudan farksız oluruz. Dünya bu kadar kalabalıkken bile bunca yalnızlığın başkaca izahı var mı şu dünyada? Dünya bu kadar kalabalık ve ortalık insandan geçilmiyorken yine de insanların yaşadığı bunca yalnızlığın başkaca izahı var mı ki? Şu an kalbimize adını düşürdün ve kalabalıkların içinde yalnız birer insan olmaktan bizi kurtardın Allah’ım.
Kim Senden uzakta neyi aramışsa, bulduğu başına belâ olmuş. Aradığı sorularına cevabı Senden ve Peygamberinden ve de Kur’ân’ından başka kim nerede bulabilir ki? Şaşırtmayan doğru başka nerede bulunabilir ki? Dünya gurbetinde her insan gibi biz de işte birer garip yolcuyuz. Çelişkiler yumağıyız. Sana duâya yöneldiğimiz, Senin adını andığımız zaman gerçekten yaşadığımızı hissediyoruz. Tek gayemiz var, Senden uzaklara düşmemek. Akmak istiyoruz engin nehirler gibi, denizlerin ta içine doğru. Nehirler, denizlerin derinliklerinde durulurmuş. Huzuruna durmak, huzurunda durulmak istiyoruz. Kiri, pası, isi; nesi varsa nesi, hepsini orada bırakmak istiyoruz.
“Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü; bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin gereğidir, öyleyse Bâki-i Hakikî olan Allah’ın yoluna sarfediniz. Çünkü O’na yönelen her şey, ebediyet cilvesine mazhar olur. Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır ve madem bu fâni ömrü, bâki ömre dönüştüren bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette insanlığını kaybetmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı gerçekleştirmeye çalışacak ve buna uygun hareket edecek. İşte o çare budur: “Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. “Lillah, livechillah, lieclillah” rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.”
Muhterem cemaat, değerli büyüklerim, abilerim ve sevgili ders arkadaşlarım!
Ben bu hutbemi, sizler adına ve özellikle ders arkadaşlarım adına, iki gün sonra aramızdan ayrılacak olan çok değerli hocamız Sadık Özdemir Beyefendi için güzel bir uğurlama olsun diye hazırladım. Tabiî ki değerli hocamızın uğurlanması da, karşılanması kadar, belki ondan daha fazla heyecan verici oluyor. Çünkü karşılanırken henüz tanımıyorduk. Ama onu bugün, tam da kendisini bir çok yönüyle tanıdığımız, ve onun da bizi tanıdığı, kendisinden istifademizin doruk noktasına geldiği ve daha da ileriye gideceği bir anda, resmî görevinin tamamlanması sebebiyle, hüzün ve ayrılık duyguları içinde uğurluyoruz. Aslında dört yıllık görev süresi içinde binlerce defa bizlere kürsüden ve minberden hitap eden ve nice binlerce defa mihrapda namaz kıldıran ve hele hele Ramazan aylarındaki o hızlı temposunu unutamıyacağımız muhterem hocamızın bu son hutbesini, öğrencilerinden birine bırakmış olmasında çok anlamlı mesajlar vardır. Biz yaştaki masumları bu camide ilk defa hutbe makamına, hatta mihrapda namaz kıldırma makamına çıkaran bir isim olarak bu caminin şeref levhalarında yerini alan hocamızın artık gözü arkada kalmasın.
Madem ki o bizi adam yerine koyup, siz değerli büyüklerimizin huzurunda, meleklerin huzurunda ve Allah’ın huzurunda, masum ve günahsız lisanlarımızla bizi konuşturarak, geleceğimizi garantiye alırcasına, büyüdüğümüz zaman da yine günahlardan uzak kalacağımıza dair Allah huzurunda söz verdirdi, öyleyse biz de hocamıza söz veriyoruz ki, biz hayatımızın en kritik dönemlerinde, gençlik hissiyatımızın dorukta olduğu zaman diliminde, hatta günahların ve çirkinliklerin kol gezdiği ortamlarda bile kendimizi korumaya çalışacağız. Eğer ömrümüz varsa gençlik köprüsünden ihtiyarlığa adım atarken bile hutbelerle, duâlarla beraber olacağız ve hatırladıkça size duâ edeceğiz.
Muhterem hocamız, gönül isterdi ki, cemaat olarak veya hiç değilse, öğrencileriniz olarak ben ve arkadaşlarım, Pazar günü hava alanında bulunup size el sallayıp “güle güle” diyelim. Sizi hediyelerle uğurlayalım. Ama buna imkân olmadığı için uğurlamamızı lütfen bugün burada kabul ediniz. Ve unutmayınız ki, bizler, hutbelerimizle, namazlarımızla ve duâalarımızla geride bıraktığınız canlı hediyeler olarak, sizi daima hayırla yad ederek, manevî hediyelerimizi ilelebed size havale edeceğiz. Hutbemi, Hadid Sûresinin 1. ve 2. âyetleriyle bitirmek istiyorum:
‘Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tespih eder.
Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.
Göklerin ve yerin mülkü O'na aittir. Hayatı da, ölümü de
O verir. Onun kudreti her şeye yeter.’
06.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|