İlker Bey: “Âyetlerde geçen, ‘kendi eliyle kazanmak’ ne demektir? Kişi kendi eliyle kazandığını dünyada mı, ahirette mi bulur? Dünyada birisinin az, diğerinin çok kazanması bu kapsama girer mi?”
Kur’ân, “İman edenleri ve onlara iman ile tâbi olan nesillerini ve zürriyetlerini Cennette birbirine kavuşturacağız. Onların amellerinden de hiçbir şeyi eksiltmeyeceğiz. Herkes kendi kazandığıyla karşılık görür”1 buyurur. Bu âyette geçen kişinin kendi eliyle kazandığını bulması, kişinin yapıp ettiklerine karşılık dünyada veya ahirette, Allah’ın adaleti gereği bulduğu bedellerdir, karşılıklardır.
Dünyada Cenâb-ı Allah dilediğine az, dilediğine çok veriyor şüphesiz. Bu birebir karşılık olabilir tabiî ki, ama bunları da Allah’ın fazlından ve imtihan gereği verdiği şeyler olarak bilmek ve Allah’ın verdiği bütün nimetler için şükrü elden bırakmamak lâzım. ‘Ben kazandım’ demek, kişiyi şükürden uzaklaştıran bir tehlikedir. Âhirete ulaşmadan her şeyi imtihan gereği bilmek daha doğru olur.
***
Kıbrıs’tan okuyucumuz: “Cenâb-ı Hak rızkımızı tayin ettiği halde neden çalışmak zorundayız?”
Çalışmak zorundayız. Çünkü:
1- İnsanız. Çalışmakla yükümlüyüz.
2- Çalışmak helâlinden istemek mânâsında bir fiilî duâdır. Haram kazançtan Allah’a sığınmak ve kazancın helâlini istemek bizim vazifemizdir.
3- Kendisinin ve çoluk çocuğunun helâl rızkı için alın teri dökenleri Cenâb-ı Allah sever.
4- Çalışmak Allah’ın emri ve bütün Peygamberlerin sünnetidir. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da, “İnsan ancak çalıştığına erişir”2 buyurur.
5- Kazancımızdan başkalarını da yararlandırmak, başkalarına yardımcı olmak, başkalarını yedirmek, içirmek, giydirmek ve derdine derman olmak büyük sevaptır. Bu sevap ise çalışmakla elde edeceğimiz helâl kazanca bağlıdır.
Hazret-i İsa’dan (as) sonra gelmiş salihlerden olan Cercîs Aleyhisselâm helâl mal kazanmak için hiç durmadan ticaret eder, çalışır, kazanırdı. Herkesin zekâtını hesapladığı yıl sonu gelince o malının zekâtını değil, sermayesini hesaplar ve fakirlere dağıtırdı. Derdi ki:
“Benim çalışmam, pazarlara gidişim ve ticaretim ancak fakir fukara içindir. Eğer o maksadım olmasa bütün malımı fukaraya yağma ettirirdim.”3
6- Rızkın tamamen Allah’ın ikramı olduğunda şüphe yoktur. Rızkın tek zerresi bile bizim mülkümüz değildir. Yaratıcısı biz değiliz. İkram eden biz değiliz. Allah’ın yeryüzünde yarattığı rızkı Allah’ın bize hibe ettiği aza ve organlarımızla kazanıyoruz. Bizi ve sahip olduğumuz bütün kuvvetleri yaratan Allah olduğu gibi, bize çalışma gücü veren de, kazancımıza bereket veren de, bizi rızıkla doyuran da hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Allah’tır. Helâlinden kazanmakla, helâl yerlere harcamakla ve şükretmekle vazifeli olan ise bizleriz.
Öyleyse bizim çalışmamız, rızkı Allah’ın verdiği hakikati ile çelişmez.
***
Abdülmecit Bey: “Tahiyyetü’l-Mescid Namazı nedir? Her vakit kılınabilir mi?”
Bir camiye veya mescite ilk defa giren kimsenin kıldığı iki rekâtlık bir namazdır. Hükmü sünnettir. Bu namaz vakit namazı dışında camiye veya mescite girildiği zaman kılınır. Vakit namazına başlanmış olması durumunda ise, kılınan vakit namazı Tahiyyetü’l-Mescid namazı yerine geçer.
Tahiyyetü’l-Mescid namazı üç kerahet vaktinin dışında her zaman kılınır. Şafiîlerde kerâhet vakitlerinde de kılınabilir.
Dipnotlar:
1- Maide Sûresi: 6; 2- Tûr Sûresi: 52/21
2- Necm Sûresi, 53/39
3- Taberî, 3/174
06.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|