Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

HADİS

Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.

Câmiü's-Sağîr, No: 693/ Hadis-i Şerif Meâli

06.04.2008


Beşer, dîn-i hakkı arıyor

Beşer bu asırda harplerin ve fenlerin ve dehşetli hadiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi istidadını hissetmiş. Ve insan, acip cemiyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış. Belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfî gelmediğini herkes bir derece hissetmeye başlamış.

Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak; fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir sûrette bir idam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayâli, sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.

İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir dîn-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm idamına karşı dîn-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hal-i âlem bu hakikate şehadet eder.

Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedîdini, dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar. Hem âyat-ı Kur'âniye başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der. "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki bu hakikati bilesin" diyor.

Meselâ, bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikati bilesiniz." "Biliniz" ve "Bil" hakikatine dikkat et. "Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun? Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalâlete düşüyorlar? Ey insanlar, ibret alınız! Geçmiş kurunlardan ibret alıp gelecek mânevî belâlardan kurtulmaya çalışınız" mânâsında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen, çok âyetlerde, beşeri, aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.

Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâmın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırk beş senedeki bu dehşetli hadisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız, ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler!

Hâsıl-ı kelâm: Biz Kur'ân şakirtleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakâik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'ân hükmedecek.

Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümânaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümânaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.

Hutbe-i Şâmiye, s. 31-34, Y.A.N.

LUGATÇE:

kuvâ: Hisler, melekeler.

cehl-i mürekkeb: Bilmemekle beraber, bilmediğini de bilmemek; katmerli cahillik.

taakkul: Akıl etme.

tedebbür: Bir şeyin sonunu düşünme, hakikatini düşünme.

kurun: 1- Zamanlar, devirler, çağlar. 2- Büyük tarih bölümleri

mümânaat: Mani olma, engel olma.

Fecr-i sâdık: Gerçek aydınlık; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan aydınlık.

Fecr-i kâzib: Yalancı aydınlık; tan yeri ağarmadan önce kısa bir müddet beliren aydınlık.

Bediüzzaman Said NİRSÎ

06.04.2008


Allah ile bağlanalım hayata

Biliyorum, zamanınız ya da imkânınız olmayacak.

Bir gül gibi bembeyaz, bir duâ da

gönderemez misiniz sevdiklerinize?

Duâsız ve sevgisiz olmuyor, yaşanmıyor. Duâsız bir hayat, sevgisiz bir hayat, ruhsuz, dipsiz ve karanlık. Yaşanmıyor oralarda. Sevginin, ilginin en kalbî, en ruhî yanıdır duâlar. Hani, “Gönül gitmeyince ayak da gitmiyor,” derler ya. Hele gönül bir gitmek istesin, hele sevdiklerini bir arasın, o zaman görün nasıl ulaşıyor güller gibi duâlar. Mesafelerin kalktığını o zaman görürsünüz. Hayatı hayat eden ve onu gayesine en uygun şekilde büyüten, anlamlı sevgiler ve duâlardır hep. Sayısız örnekleri var hayatımızdan ve okuduklarımızdan. Sadece birini arz edeyim.

Bir araştırma yapmışlar bir zamanlar. Aynı bahçeye iki fidan dikmişler. Birisiyle ilgilenmişler; bir bahçıvan her gün gelip sulamış onu. Toprağını bellemiş, dallarını ellemiş, budamış. Arada bir de yapraklarını okşamış, hatta konuşmuş onlarla. Öpmüş filizlerini, yeni sümbüllerini. Diğer fidan da büyümekteymiş yağmurlardan su, rüzgârlardan gıda alarak. İkisi de meyve vermeye başlamışlar aynı baharda. Ne var ki, bahçıvanın ilgi gösterdiği ağacın meyveleri hem daha iri, hem daha olgun imiş. Ölçümlerde de, besin değeri diğerinden daha yüksek çıkmış. Dahası da var, bu ağaç bahçıvanın geldiği kapıya doğru eğik büyümüş, sevgisiyle. Siz bu iki fidanı, bir küveze konulmuş iki bebek olarak da düşünebilirsiniz. Sevginin ne olduğunu o zaman çok daha iyi anlayacaksınız.

Gülümseyen bir dostun yüzünü görmek bile bazen kışı bahara çevirebilir. Ruhumuz bir gün olsun, o dost yüzünü görmeden yapamaz. Onun sevgisinden ve ilgisinden mahrum kalamaz. Ne kadar önemlidir bir dostun hayatımızdaki yeri, yokluğunda anlaşılır ancak. Böyle bir dost insan, bütün kâinata karşı sorumludur. Girdiği yere ışık ve hayat götüren insanların sayısını artır Ya Rabbi. Buna güneş kadar ihtiyacımız var. Zaman zaman soğukluk ve donukluk oluyorsa hayatımızda, bilin ki, gerçek dostların eksikliğindendir bu.

Sevgimiz sadece insana değil elbette. Oradan bütün varlıklara ve onları Yaratan’a kadar uzar. Onun içindir ki Allah’la bağlanıyoruz hayata. Sevgimizin, ilgimizin, ne varsa bizde bize ait olmayan o güzel şeylerin, hepsinin yaratıcısı olan Allah’la bağlanıyoruz hayata. Baki’nin o güzelim mısraı gibi: “Allah’adır tevekkülümüz, itimadımız…”

***

İlk ya da son nefes, hepsinde esas olan Allah ile olmak. Kur’ân ilk âyetiyle, o gözümün nuru olan besmelesiyle Rahman ve Rahim olan Allah’ımızın adıyla başlar. Hayata, her şeye O’nunla başlatır, O’nunla bağlar bizi. Sevginin, merhametin, şefkatin, acıma duygusunun tek ve yegâne sahibi olan Allah’la başlatır, Rahman ve Rahim’le bağlar hayata. Sayfalar yetmez bunu anlatmaya. Kendisi ile bağlar bizi. Adıyla, şanıyla. Bu dünya hanında, yok O’ndan başka hiç kimsemiz. Yok kimseciğimiz. Hâlimizi, vaziyetimizi bir bilenimiz yok. Halk eden Hâlık, yarattığı mahlûkları bilmez mi? Dünyadaki yalnızlıklarını görüp cevap vermez mi? Onları teselli etmez mi sanıyorsunuz? İşte Rahman ve Rahîm bu bilişin anahtar kelimeleridir. Onun içindir ki, besmeleyi bir duâ, bir dilek gibi söyleyince her müşkül hallolur. Zorluklar kolaylaşır, perdeler ve engeller kalkar aradan. Rahman ve Rahîm olan Allah, ruhumuzu şefkat ve rahmetinin kucağına alır.

Uzaklarda ama çok uzaklarda sevdiğimiz insanlar var. Dilimiz onlar için duâya durduğunda hiç dinmeyen bir hasreti, bir özlemi gideriyormuş gibi hissederiz kendimizi. Görüşmeyeli nice zaman olmuştur. Ama duâlarla ve en iyi dileklerle bir nebze olsun azalır acılar, azalır hasret acıları ve aradaki mesafenin giderek anlamsızlaştığını hissederiz. Ahirette ya da dünyada olmuş o kişi, pek fark etmez. Mekân da, zaman da Allah’ın. Dilerse kaldırır, dilerse dürer bitiştirir. Dilerse ruhu kanatlandırır. Duâlarımızın önündeki engelleri düz eder.

Tanıdığım ve sevdiğim bir insan için duâ etmek, inanılmaz ve tarif edilmez bir zevk veriyor. Onunla birlikte oluyorum. Bazen bu kişinin, yakınım da olması gerekmiyor. Hiç tanımadığımız, bazen bir resmini gördüğümüz ya da bir sesini duyduğumuz, bir kitapta, bir gazetede veya bir haber kanalında şöylece bir gözümüz ilişmiş olan o kişi, o her kimse onun için de duâ edebiliyorum. Zulmün ve savaşların mağdur ettiği çocuklara, mazlumlara Allah’tan şifa dilerken, ruhen onların yanında buluyorum kendimi. Acılarını anlamak, hiç olmazsa duâ yoluyla onlarla buluşmak bile, bir nebze sakinleştiriyor ruhumu. Ulu bir görev bu. İnsan, yeryüzünde Rahman’ın en değerli misafiri. Attığı en küçük adım, söylediği en değersiz zannettiği bir sözü, bile melekler kaydediyor. Kur’ân böyle diyor. Her hareketine dikkat ediliyor. İnsan, işte bu kadar önemli bir varlık. Biliyorum boşa gitmediğini duâlarımın. Çünkü bu huzuru, en başta içimde ben duyuyorum.

***

“Tek başına bir mutluluk, utanılacak şeydir” diyor bir düşünür. Duâ, bizi hakikî bir insan ediyor. Ve İlâhî bir sırrı paylaştırıyor. Hiç tanımadıklarımızla bile sırdaş ediyor bizi. Herkesi, her şeyi duâ bağlıyor birbirine. Hiçbir şekilde açıklanamayacak nice gelişmelere şahitlik ediyorsunuz bu sır ortaklığı sayesinde. Nice boyutlarda, nice nice hayırlı şeylerin içinde dolaşıyorsunuz duâlarınızla. Binlerce âlemlerin arasında ve milyarlarca insanların kalplerinin arasındaki perdelerin ne kadar geçirgen olabildiğini görüyorsunuz. Yaratılan her varlığın diğeri ile ne kadar sıkı bir ilişki içerisinde olduğunu seziyorsunuz. Daha da ötesi, her birimizin iç sesinin, vicdanının aynı şeyi söylediğini duyuyoruz. Topyekûn kâinatın zikrini ve tesbihini işitir gibi oluyoruz. Duânın yücelttiği ruhlar, Rahman ve Rahim olan Allah’ın o sonsuz rahmet ve şefkatinin koruması altında olduğunu fark ediyor.

Duânın hiç bilinmeyen ve görünmeyen yolu, yolculukları vardır. Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği engin yolculuklardır bunlar. Herhangi bir kıt'anın, herhangi bir coğrafyanın en gizemli yerlerindeki yolculuklardan daha da sırlı ve gizemlidir bu yolculuk. Bazen dilimizden dökülen duâların, o sırlı kelimelerin göklere doğru yükselişini hayran hayran seyredersiniz. Duâlarımız Allah’ın katına yükseldiği anda bizi de en yukarılara doğru taşımış ve yüceltmiştir.

Fazıl Hüsnü Dağlarca bunu hissetmiş; “bir çocuk kadar güzel olur, başını göğe doğru kaldıran” diyor.

Eşyanın hakikatine yaklaşılan anlardır o anlar. Dünyanın, duâlar üzerinde durduğunu anlarız işte o zaman. Anlarız ki, Allah’tan başka bizi hayata bağlayacak hiçbir şey yoktur. Hayatımız, duâmız kadardır. Duâmız da hayatımız kadar. Hayata, Allah’la bağlanabiliriz sadece. Bir de O’nun öğrettiği duâlarla. Dünya, duâlar üzerinde duruyor. Allah (c.c.), ne olmuş ve ne olacaksa bilir elbette. Ama insan olan bir insandan beklenen, sadece ve sadece O’na yalvarması, mutlaka ve mutlaka O’ndan istemesidir.

“Duânız olmasa, Rabbim size ne kıymet verirdi.” (Furkan, 77) Bu âyet de, her şeyi anlatmaya yetiyor zaten. Duâ, bir ibadettir. Tazarru ve duâ, yakarış, boyun büküş, bütün mahlûkatın Rabbinin huzurunda kendini biliş, bütün kâinatın Sultanının huzurunda, kulluğun ruhuna bürünüş duâyla. Biz olacak olanları isteyerek, en iyisini talep ederek, hayata kendi irademizi, aklımızı, niyetimizi, kalbimizi de katmış oluyoruz. Kendi seçim ve tercihlerimizin ardındaki İlâhî tercih ve iradeyle bütünleşebilmek için duâsını ettiğimiz her şeyde O’na muhtaç olduğumuzu görüyoruz ve sadece O’ndan istiyoruz. Ve anlıyoruz ki, Allah istemedikçe biz asla isteyemeyiz. Allah dilemedikçe, biz asla dileyemeyiz.

Bu dünyanın titreşimlerini, zikir ve tesbihlerini en çok birbiri için duâ edenler duyuyor olmalılar. Sesli sessiz, harfli harfsiz, bütün yakarışlar O’nun katında, O’na ait katmanlardadır. Her şeyin nefes kesip, sustuğu bir sükût anında, sesimizin Yüce Yaratan’a ulaşması büyülüyor beni. Bu suskunluğumda bile, yalnız O’nun dili değil midir konuşan. “Rabbinize yalvararak gizlice duâ edin.” (Araf, 55) “…Allah’a, hem korku, hem de ümitle duâ edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.” (Araf, 56)

***

Yüce Rabbimizin, bir şeyi oldurması için elbette bizim duâmıza ihtiyacı yoktur. Ama duâ edebilme nimeti, bana bir kul ve bir yazar olarak, kalemi elime alma imkânını ve iznini veriyor. Akıp giden hayatı ve olayları bomboş gözlerle seyretmeme izin vermiyor. Onun eserlerini sevmeme, şükran ve övgülerimi her vesile ile iletmeme ve bana sunduğu sonsuz nimetlere karşı en büyük hakkı ve hamdi O’na teslim etmeme imkân sağlıyor. Hem de okuyanlarımla beraber çok şükür.

Allah’ım olacak olanı sadece Sen biliyorsun ve Senden istiyorum. Bana irademi bu yolda kullanma fırsatı tanıdığın için Sana hamd ediyorum. Bana konuşmayı öğrettin, güzel sözler bellettin bu küçücük dilime. Anne, baba, kardeş, dost, sevgili yarattın. Öğretmen gönderdin eğittin. Seni, Peygamberimi ve hayatı tanıtan, gösteren her şeye sonsuz teşekkürler ediyorum. Onlar, bu nimetleri Senin adına getirdikleri için, sonsuz şükranlarımı sadece Sana sunuyorum. Sen, Sevgiyi yaratan Allah’ımsın. Sevgiye, her şeyden daha lâyık olan Yaratanımsın. Verdiğin bu sevgi nimetini, nasıl istiyorsan o şekilde kullanmama yardımcı ol. Hayat Seninle güzel Allah’ım. Sana bağlanınca, yaklaşınca güzelleşiyor her şey. Senden uzaklaşınca nurdan, ışıktan mahrumum. Rahmetin güçlü bir çekim alanı oluşturuyor. Nerede olursam olayım, sonsuz şefkat ve rahmetinle kuşatıldığımı görüyorum. Hiç kimseyle ve hiçbir şeyle değil, sadece ve sadece Seninle bağlanıyorum hayata. Hayat ki, en kıymetli varlığım, zaten Senin armağanın. Hayatı veren Sensin. Ve hayatım elbette Sana emanet olacak. Rabbim hayatımı ve ahlâkımı güzelleştir ne olur? Sevgilinin (asm) hayatını, hayatıma örnek kıl. Onu (asm) önder ve rehber kıl. İnsanların aradığı en güzel örnekler sadece O’nda. Kur’ân böyle diyor. Allah’ım, o büyük ve güzel adının, bu küçük dilimden, zikrimden bir an olsun düşmesine izin verme. Söylet ki, söyleyebileyim. Bunu da nefsimden bilmeyeyim.

***

İbretli ve hikmetli öyküleri severim. İşte onlardan biri. Dilinde her daim “Allah Allah” zikri olan bir adam varmış. Bu adam bir gün “Allah Allah” demeyi terk etmiş. Bir gece rüyasında Hızır Aleyhisselâmı görmüş. Sormuş adama Hızır; “Niye ‘Allah Allah’ demeyi terk ettin?” Adam cevap vermiş; “Yıllarca ‘Allah Allah’ dememe rağmen bir gün olsun Rabbim bana ‘Buyur ey kulum’ demedi ki.” Hızır Aleyhisselâm acıyarak bakmış onun yüzüne ve demiş ki: “Be hey adam, Allah’ın sana ‘Allah Allah’ diye söyletmesi zaten ‘Buyur ey kulum’ demesiydi.”

Bu öyküdeki adam gibi, Senin sonsuz rahmetine rağmen, Senden uzak kalmaktan Sana sığınıyorum. Ey nefsim durma, sen de koş Allah’la bağlan hayata. Duâmın özü bu. Allah ile bağlanalım hayata. Hayatımız O’ndan uzak olmasın. Duâlarımız ve hayatımız O’nunla güzelleşsin.

Selim GÜNDÜZALP

06.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri