Diyojen olabildiğince sade yaşandığında mutlu olunacağına inanıyordu. Giyecek bir elbisesi dahi olmadığı için fıçı içinde yaşayabilecek noktaya kadar getirmişti bu inancını. Kendisine yardımcı olmak isteyenleri de “Gölge etme başka ihsan istemez!” diyerek geri çevirecek kadar kararlıydı hayat tarzında.
Diyojen kadar aşırı olmasa da “sade hayat” konusu tarih boyunca bir çok felsefeciye ilham kaynağı oldu. Hatta günümüzde tüketim ekonomisinin çığırından çıktığı Batı toplumlarında “sade hayat” modelinin hızla yaygınlaşmaya başladığını artık sıkça okumaktayız medyada. Hele ekolojik dengenin insanın tüketim çılgınlığı yüzünden bozulması ve buna tepki olarak oluşan çevreci akımlar, “dünyaya yük oluşturmayacak” hayat modellerini nasihat etmekte insanoğluna.
Üstelik, kitle iletişim araçlarıyla küçük bir köy haline gelen dünyamızda, nüfusun yüzde sekseninin sıkıntı, yoksulluk, açlık içindeki görüntülü haberleri de vicdanlara dersler vermekte.
“Tüketimin bir sınırı olmalı! Nereye kadar tüketmemiz gerekiyor? Daha fazla tüketmek her zaman daha modern olmak anlamına mı geliyor?” soruları artık daha sıkça soruluyor.
İşte bu suâllerin cevaplarını vicdanlarını dinleyip vererek “tüketim bilmecesini” çözen insanlar huzurun aşırı uçlarda değil, akıl, kalp ve ruhun buluştuğu, kucaklaştığı fıtrat çizgisinde olduğunu görüyorlar…
Yardımlaşma, dayanışma temelli bir hayat modelini örnek alıyorlar.
Bu, dinimizin öğütlediği ve Peygamberimizin yaşayarak model olduğu hayat tarzına paralel bir bakış açısı.
Zaten dinimiz “insaniyet-i kübra” mahiyetinde değil mi?
MAHALLEMDEN İNSAN MANZARALARI
“Senden cacık bile olmaz!” diyerek defalarca öfkeyle bağırıyor dükkân sahibi yanlış park eden araç sahibine.
Yere bakarak hızla geçerken yanlarından bir taraftan da dükkân sahibinin ne demek istediğini çözmeye çalışıyorum:
Kesin hakaret ediyor, ama ne demek istiyor? Garip bir hitap tarzı, belli ki yemeklerle de arası iyi. Hakareti bile yiyecek üzerinden yaptığına göre…
Dilimizin argo tabirlerinin ayrı bir ihtisas alanı olduğunu düşünüyorum. Yolda eziyet verici hallere sebep olmamayı nasihat eden rahmet Peygamberini (asm) hatırlıyorum. “Bu ölçüye göre araç sahibi de, öfkeyle bağıran esnaf da hatalı” diyorum.
Köşeli jetonum yavaş yavaş düştüğünde (!) esnafın ne demek istediğini nihayet anlayıp, dilimizin inceliklerinden bîhaber olan kendime de gülüyorum.
KRİZ, BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI VE HIRS
Ülkemiz gündemindeki son gelişmeleri değerlendiriyor bir dostum. “Kriz, zamanı duâ zamanıdır. Umumi belâ, umumî hataların neticesinde gelir. Hangi hatayı işledik ki bu geldi başımıza? Başörtüsü yasağının kaldırılmasını gündeme getirmek artık çok zorlaşacak” diyor. Katılıyorum sözlerine.
Biz tesettürü tercih eden hanımlar için en önemli meselelerin başında geliyor üniversitelerdeki yasak. Ankara’daki bu kargaşada başörtüsü probleminin adı bile geçmiyor artık. Belli ki, daha uzun bir süre geçmeyecek de...
İşi dolayısıyla yerel yönetimde çalışanlarla sıkça muhatap olan “insan sarrafı” dostum, sohbetin ilerleyen dakikalarında yazının başında zikrettiğim sorusunun cevabını da şöyle veriyor: “Bu partiyi iktidara taşıyan faktör belediye hizmetlerindeki başarısı oldu. Ama çok şımardılar artık. Paranın ve iktidarın getirdiği güç çoğu insanı değiştiriyor, bunları da değiştirdi. İşte bu halleri kadere musibet fetvası verdirdi. İktidardakilerin vazifesi her zaman hizmetkârlıktır aslında…”
Evet, krizin elbette siyasî, hukukî yanları var. Onları değerlendirmek konu ile ilgili uzmanların işi. Musibetin kadere bakan yönünde ise pek çok hikmetlerden bir tanesinin arkadaşımın yaptığı tesbit olduğunu düşünüyorum.
Malûmunuz, “Mü'minde hırs sebeb-i hasarettir”
06.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|