“Nursî Hanedanı” üzerine birkaç söz
Nursî hanedanı ile ilk tanışıklığımız muhterem Necmeddin Şahiner’in “Nurs Yolu” adlı eseriyle gerçekleşti. Şahiner, bu eseriyle, o zamanın imkânları içerisinde ulaşabildiği bilgiler ile bizlerin ufkunda tatlı ve nurlu hatıraları canlandırmıştı. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hanedanının çok mübarek bir silsilenin devamı olduğunu, müşahhas bir tarzda gözlerimizin önüne sermişti.
Aradan geçen yirmi yıldan sonra bu defa saygıdeğer Halil Uslu Beyin “Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî” adlı eşsiz araştırma mahsulü eseriyle Nursî Hanedanı’nın mühim rükünlerinden âlim ve fâzıl bir zât olan Abdülmecid Nursî Ağabeyi ayrıntılı bir tarzda öğrenme şerefine nail olduk.
Ancak Üstada dair olan her şey kıymetli olduğundan, bu araştırmaların devam etmesi kanaatimizi değişik vesilelerle dile getirdiğimizden dolayı, bu çalışmaların ve araştırmaların nihayet bulmayacağının işaretini en son araştırmacı-yazar Mustafa Öztürkçü’nün “Nursî Hanedanı” adlı güzel yazı serisinde müşahade etme imkânını bulduk. Çok titiz ve hassas bir şekilde hazırlanan bu yazı serisi, adeta eksik kalan bazı bilgilerin tamamlayıcısı vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir. Öztürkçü’nün yıllarını alan bu çalışmanın büyük bir fedakârlık ve özveri ile hazırlandığına dair şüphemiz yoktur. Bu yüzden kendisini tebrik eder, çalışmalarının devamını bekleriz.
Takdir edersiniz ki, bu tarz hassas konuların işlenmesinde bazı hata ve sehivlerin olması da kaçınılmazdır. Bu konuda tesbit edebildiğimiz sehivleri, Öztürkçü’nün engin müsamahasına dayanarak maddeler halinde yazmaya çalışacağız.
1- Bediüzzaman’ın, dokuz-on yaşlarında köyünden ayrıldığı, 1885 yılının kışını Nurs’ta ana-babasıyla geçirdiği ve o günlerde bir rüya gördüğü kaydedilmiş.
Halbuki Tağ Köyü’ndeki medresede öğrenim hayatına başlama yaşı sekizdir.1 Dolayısıyla köyünden sekiz yaşlarında ayrıldığı söylenebilir. Peygamber Efendimizi rüyasında görmesi ise, Tağ Medresesinden sonra2 olduğuna göre, rüyayı gördüğü tarih en azından 1886’dan sonraki bir tarihtir.
2- Bediüzzaman’ın 1894 yılında Van’da bulunduğu konusunda bir tarih hatası olup tashihe ihtiyacı vardır. Çünkü Üstadın Van’a ilk geliş tarihi 1897 senesidir. Bediüzzaman, 1895 ve 1896 yıllarında Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın konağında kalmıştır. Bu tarihler, devlet arşivlerinde mevcuttur.
3- Bediüzzaman’ın küçük kardeşlerinden olan Mehmet Okur’un her ne kadar mezar taşına 1951 tarihi yazılmışsa da, onun resmî nüfus kayıtlarında vefat tarihi 28. 02.1950 olarak kayda geçmiştir. Ayrıca tamamlayıcı bilgi olarak; doğum tarihi 1879 olup, 1890 doğumlu Keser adındaki hanımından çocuğunun hiç olmadığını görüyoruz.
4- Nursî hanedanının âlime hanımlarından olan Hanım adlı Üstadın kızkardeşi 1890 yılında doğmuştur. Bu durumda Hanım daha küçük yaşta olup Sofi Mirza’nın beşinci çocuğudur.
Bu vesileyle Bediüzzaman’ın hayatının araştırılması konusunda ehl-i himmet kalem sahiplerine ve özellikle tarihçi ve sosyal bilimcilere büyük görevler düştüğünü hatırlatmak yine bize düşü-yor. Gelsinler, Bediüzzaman’ı dünya tarihine akademik belgelerle ve ciddî çalışmalarla anlatalım ve sağlıklı bilgilerle tanıtalım.
Dipnotlar:
1- http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?
Section= SaidNursi&SubSection=Biyografi
2- Tarihçe-i Hayat, s. 28-29
|
Mehmet Selim MARDİN
13.04.2008
|
|
4 maçta tükendi
4 hafta önce lig lideri olan Beşiktaş, oynadığı son 4 maçın üçünü İstanbul’da oynayıp tamamını kaybediyorsa, ligi 4. sırada bitirmesi normal karşılanmalı. Fikstüre bakıp ümitlenen taraftarlar son haftalardaki oynanan oyundan dolayı endişeliydiler. Şampiyonluğu rakiplerinden alabilmenin ne kadar zor olduğunu sadece geçen haftaki sonuçlara bakan herkes anlayabilirdi zaten. Bir anlamda lig Beşiktaş için geçen hafta bitmişti. Bir an 101. yılda kaybedilen şampiyonluktan sonra Lucescu’nun söylediklerini hatırladım.
Beşiktaş yönetimi öfkelerine hâkim olup sabırla gelecek yılın planlamasını yapmaya hemen başlamalı. Ertuğrul Sağlam ile devam edilmesi uygun olacak kanaatindeyim. Zira son haftalara nasıl girileceği konusunda yeterince tecrübe sahibi olmuştur zannediyorum. Güçlü olacaksınız, öyle güçlü olacaksınız ki başta spor yorumcuları ve hakemler olmak üzere kimse başarınıza engel olamayacak. Seyirci sabırlı olmalı, takıma sürekli destek olunmalı, İnönü’deki Sivas maçında takıma sırt çevrilmese belki de o maç kaybedilmeyecekti.
Kabul, hakem kararlarından en çok mağdur olan takım Beşiktaş oldu. Hele ligin sonu yaklaştıkça öyle hakem hataları oldu ki (Beşiktaş aleyhine, rakipleri lehine) bunlara hata demek hata olur. Kabul, sorumsuz birkaç seyirci yüzünden sahanız kapatılıyor ve cezası çok ağır oluyor. Kabul, sakatlıklar ve cezalar yüzünden kadro istikrarı sağlanamadı. Şu hale bakar mısınız? Şampiyonluğa oynayan takımın önemli bir maçı öncesi, önemli isimleri nerede? İbrahim Kaş, Bobo, Cisse cezalı, Tello hasta, Rüştü sakat, Ricardinho kadro dışı,SerdarKurtuluş ve Delgado kadroda ama hazır değil. Üstüne üstlük 12.adam seyirci de yok. Sonuç: Kalite yok, ses-sada yok, ümit yok, puan yok.
Bu olumsuzluklar G.Oftaş maçında isteksiz, yorgun, mücadeleyi bırakmış bir görüntünün oluşmasının mazereti olamaz elbette. Peki bu kadro mücadele etse maçı kazanabilirimiydi derseniz, bak o bile belli değil. Daha 17. dakikada Serdar Özkan’a penaltı yerine sarı gösteren, Nobre ve Serdar Özkan’ın penaltısını vermeyen M.Kamil Abitoğlu’na rağmen bu maç kazanılamazdı bence. Doğrusu hakemlerimiz Beşiktaş’a karşı çok cesur ve ne yazık ki, bu cesareti tarafgirlik uğruna haksızlığı alkışlayan spor yorumcularından alıyorlar.Evet, gelecek yıla hazırlanılmalı, bugünler unutulmadan.
|
Nidai PAKSOY
13.04.2008
|