ROMA YANARKEN
Tarihler Roma İmparatorlarından Neron’un, şehrin alevler içinde kavruluşunu sarayının balkonundan eğlence âlemleri eşliğinde keyifle izlediğini kaydeder. Bir lâkabı da “deli”dir zaten bu imparatorun…
Geçtiğimiz hafta gazetelerde Roma’nın meşhur yangınına gönderme yapan bir haber yer alıyordu.
Yakın bir zamana kadar dünyanın dört bir yanındaki sömürgeleri sayesinde “Üzerinde Güneş batmayan İmparatorluk” olarak anılan İngiltere ile ilgili bir haberdi bu. İngiltere’de mânevî bir yangın vardı ve İngiliz hükümeti bu yangını seyrediyordu.
AİLE KURUMU ÇÖKERKEN
İngiltere’nin “en deneyimli aile yargıcı” olarak tanınan Lord Coleridge, “Roma yanıyor, hükümet sorunla yüzleşmiyor bile… Bu kabul edilemez” diyordu. Yargıç, aile sisteminin “toptan çöküş” içinde bulunduğunu, bu durumun da gençleri suça, şiddete ve uyuşturucuya ittiğini belirtiyordu. Boşanmaların artması yüzünden parçalanmış ailelerde rekor bir artış olduğunu ve yetkililerin “kapsamlı bir eylem planı” gerçekleştirmesi gerektiğini anlatıyordu. (6 Nisan 2008 Yeni Asya)
Lüks hayat, konfor, sınır tanımak bilmeyen istekler, azgınlaşan hevesler, dozu gittikçe artan eğlenceli sefahet âlemleri, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan gelir dengesizliği, artan suç olayları…
Tarih bütün bu sebepler yüzünden parçalanan imparatorlukla dolu.
Günümüz gelişmiş Batı ülkeleri de içten içe mânevî bir çöküş yaşamakta.
KAPSAMLI EYLEM PLANLARI
Bunu gören bilge kişiler de Lord Coleridge gibi yaşadıkları toplumun mânevî refahı adına “kapsamlı eylem planları” arayışı içindeler.
Sözgelimi İsveç, geçtiğimiz aylarda bu çöküşü durdurmak adına zinayı kanunen yasakladı. Norveç de aynı hazırlıklar içinde…
Sözgelimi, yaklaşık on yıldır birçok gelişmiş ülkede zenginlerin yardımseverlik ve şefkat duygusunu geliştirmek, en verimli şekilde kullanabilmelerini sağlamak için okul eğitimi verilmekte. Hayırseverlik okullarına katılan zenginlerin sayısı gün geçtikçe artmakta. Hatta bu zenginler sekiz yaşındaki çocuklarını dahi hayırseverlik okullarına göndermekteler… Bu okulların müfredâtında zenginlerin yaşadıkları şehri kalkındırması, köleliği sona erdirmesi, ırkçılığı zihinlerden silmesi, AİDS’e çare bulmak gibi konular var… (6 Nisan 2008 Sabah, İşte İnsan ilâvesi)
Öyle görünüyor ki, eksiklerini ve hatalarını anlayan hakikatin peşinde olan Avrupa Medeniyeti semâvî kanunlarda karar kılacak. İslâmın evrensel düsturlarını Hıristiyan olarak kalsalar da kabullenecekler…
İslâm düşmanlığını yaygınlaştırmak hedefli tüm ifsad çalışmalarını bu açıdan değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
İslâmın kâinatı kucaklayan düsturlarını karalamak, fütuhatını engellemek kimin haddine?
Güneşi balçıkla sıvamak, mümkün mü?
Ensar kadınlarının verdiği söz
Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde Ensar yani Medine kadınları da tıpkı erkekler gibi Peygamberimizle görüşür, sıkıntılarına, suâllerine çözüm isterlerdi. Hatta hanımların talebi üzerine onlara özel bir sohbet günü de tahsis etmişti. Kadınlarla ilgili birçok dinî meseleyi onların sorduğu sorular sayesinde öğreniyoruz.
Öyle ki, bu suâller bazen de mahrem konulara dair olur, ama onların utanma duyguları, dine dair hakikatleri öğrenmelerine mani olmazdı. Ahir zaman hanımları olarak, dinimize dair konuları öğrenmemiz konusunda Ensar kadınlarına çok şey borçluyuz.
(Neyse ki, Peygamber Efendimize (asm) gönderdiğimiz her salâvat hediyesiyle bir nebze de olsa onlara olan borcumuzu adeta teşekkür eder gibi ödemekteyiz. Onlar da “Âl ve Ashab” derken duâmıza dahiller.)
İşte bu sohbetler esnasında Peygamberimiz (asm), Medineli Sahabe kadınlardan bir söz aldı. Ensar kadınlarının Resûlullaha verdiği söz şuydu:
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklardı.
Ölüye feryat edercesine ağlamayacaklardı.
Hırsızlık ve zina yapmayacaklardı.
Çocuklarını öldürmeyeceklerdi.
Ensar kadınları da yaşadıkları müddetçe verdikleri bu söze riâyet edeceklerini belirttiler.
Ahir zaman kadınları olarak biz de Ensar hanımları gibi Resûlullaha söz verdik mi? Söz verdiysek sözümüze sadık mıyız? Ne dersiniz?
Ölmeden önce ölünüz!
“Ee anlat bakalım epeydir görüşemiyoruz. Hayat nasıl gidiyor dostum?”
“Ölünceye kadar hayattayım arkadaş!”
“Ben de ölmeden önce ölmeye çalışıyorum dostum!”
...
İşte birbirini uzun zamandır görmeyen iki arkadaşın sohbetinden bir kesit. Hayatın anlamını özetleyen iki farklı bakış açısı.
Hayatı değerlendiren iki farklı gözlük…
Siz hangisini tercih ediyorsunuz?
Sizce doğru olanı ne?
13.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|